13 Büyükşehir daha kurularak Mahallî İdareler sistemini altüst eden yasanın TBMM’de kabul şeklinden yansıyan görüntüler, 2012’de neredeyse...

13 Büyükşehir daha kurularak  Mahallî İdareler sistemini altüst eden yasanın TBMM’de kabul şeklinden yansıyan görüntüler,  2012’de neredeyse kanıksanan yasa yapım tarzı:  dayatma, ayrışma ve yumruk.

Aslında, Hükûmetin yasama politikası,  toplumda giderek derinleşen ayrışmaların bir kesiti sadece. Ama buna bir üst yapı görüntüsü denemez. Çünkü,  siyasal iktidar bir üst tapı kurumu  olsa da, çatışmalar genellikle bilinçli olarak  uygulamaya konmaya çalışılan politikaların ürünü. Öyle ki, çoğunluk partisi iktidarı, seçmen tabanının artması ölçüsünde otoriterleşiyor,  çatışma alanları çoğalıyor ve genişliyor.

Dörtlü çatışma ekseni

- Yasama: iktidar- muhalefet arasında, genellikle  çoğunluk partisinin kazandığı kavga, Türkiye’yi -kısmen de olsa- demokratik ülke görünümünden hızla uzaklaştırıyor.   İçerik olarak, yasalar, mevcut kazanımlar temelinde düzenlemeler yerine onarılması güç sorun alanları yaratma riskini beraberinde getiriyor. Yapım tarzında tek ölçüt, çoğunluk partisi milletvekillerinin el sayısı…

- Toplum: eşitsizliklerin giderek derinleştiği bir toplumsal yapıda ayrışmaların sınıfsal temelde olması anlaşılabilirdi. Ne var ki, ayrışma daha çok yaşam tarzından kaynaklanan dünyevilik ve uhrevilik eksenine oturmakta.  Bu da yine, üstyapı temsilcileri olarak siyasal aktörlerce körüklenmekte.  Uhrevi olana ilişkin inancın umdeleri dünyevi davranış ve düzenlemeler üzerinde “damokles kılıcı” gibi sallandırılmakta: “imam hatipli olma”, makbul vatandaş ölçütü adeta…

- Kimlik savaşı: siyasal çoğulculuğun sağlanamadığı ülkemizde, -anadil başta gelmek üzere- kültürel çoğulculuk sorununun çözümü de gecikiyor.  Ama artık bu sorun, ne kültürel alanla ne de bireysel boyutla sınırlı kalacak. Kürtlerin, “kolektif kimlik” talebi için çok yönlü  mücadelesi,  Ankara’nın hamasi nutuklarla örtemeyeceği bir eşiğe taşınmış durumda. Bu arada, bireysel haklar-grup hakkı ayrışmasını dengeleyici  yerel yönetimler düzenlemesi, Büyükşehir yasasıyla şimdilik heba edilmiş bulunuyor.

- Yaşam mekânı savaşı:   yaşam mekanlarını  tahrip eden doğaya yönelik politikalar, “köylü savaşı” diyebileceğimiz bir ülkesel ekseni yansıtmakta. Yasal yolla veya düzenleyici işlemlerle  “kentsel dönüşüm harekâtı” ise, cılız da olsa, yeni direnme siperleri ile frenlenmeye çalışılıyor…

Dörtlü çatışma alanı, iktidarın, -çelişkili görünse de- öncelikli olmayan konuları hakkında fikir veriyor.

Öncelikleri değil…

-Din özgürlüğü mü? Hayır, çünkü “inanmama özgürlüğü”ne  olduğu gibi, farklı mezheplere de kapalı.

- Demokrasi mi? Hayır, çünkü, bir konuyu bir tek kişi ortaya atıyor. “Kamuoyunda tartışılıyor” görüntüsü yaratılmaya çalışılıyor. Toplumun gündeminde yer almayan bir konu, “kapalı kapılar” arkasında “yasa tasarısı”na dönüştürülüyor.  Başkanlık rejimi  ve büyük  belediyeler dayatmasıyla, ulusal ve yerel ölçekte demokrasiden uzaklaşma eğilimi baskın hale gelebiliyor.

- İnsan hakları mı? Hayır, çünkü insan hakları kazanımlarını sürekli sorguluyor; geri almak için “yeni bahaneler” yaratıyor. “Açlık grevleri” karşısında kullanılan dil ile “idam cezası”nı geri getirme girişimi arasında bağlantı yok mu?

- Millî ve manevî değerler mi? Hayır, çünkü bunlar, aynı zamanda  tarihi ve  kültürel  değerleri  koruma bilincini, kurumsallaşma geleneğini beraberinde getirir.  Oysa, yetkiyi ele geçiren her bakan, ne pahasına olursa olsun tam tersini yapmaya çalışıyor.

- Ülke mi? Hiç değil! İktidar yanlıları bile, AKP Hükûmetlerinin ülkesel ve doğal değerler karşısında duyarsızlığını teslim edebiliyor.

- Adalet mi?  “Cemaat ağı” etkisi, bizzat yargıçlarca dile getirildiğine göre, hangi adaletin olmadığı hakkında yeterince fikir veriyor.

 

Yeni Türkiye” üçlüleri

“Taklitçilik, Jakobenizm ve Kemalizm”“millî görüş” taraftarlarının öteden beri dillerine pelesenk ettikleri kavramlar:  “Tanzimat taklitçiliği”, “Jakoben Cumhuriyet” ve “Otoriter Kemalizm”!

Ya kendileri? Rejim tercihinde bile, “taklitçilik-toplamacılık”; anayasa ve yasalarda, sürekli bir dayatmacılık; tek parti dönemini aratmayacak otoriter eğilim ve uygulama.

“Zina suçu, kürtaj yasağı ve idam cezası”,  birçok üçlünün mantığını özetleyebilecek yeni bir üçlü.

Masa-rejim-anayasa”: Masadan kalkma-kaçma tehditlerinin savrulduğu bir ortamda, masaya konan “başkanlık sepeti”,  siyasal ve anayasal bilgi kirliliği yaratmak için pusuda yatanlar için bulunmaz bir vesile oluşturdu. Böylece Anayasa, siyasal amaca ulaşma aracına bir kez daha dönüştürüldü.

             Soru: şimdi “demokratik cumhuriyet” zamanı nakaratını sürdüren “yeni Türkiye” sevdalıları için, “yeni Anayasa”, gerçekten bir ihtiyaç mı? İktidar fazlasıyla olacak nasılsa…