Google Play Store
App Store

Türk sineması 2010 sonrasında yeni bir yola girdi. Bu yıldan sonra eski ‘yeni kuşağın’ sinemasal üretimlerinin durduğunu ya da nitelik kaybı yaşadığını görüyoruz.

Yeni Türkiye’de sinemanın yolu

Murat TIRPAN

Yeni Türkiye Sineması olarak adlandırdığımız dönem tartışmalı da olsa birçok araştırmacı tarafından 1996 yılında çekilen Tabutta Rövaşata ve Eşkiya filmleri ile başlatılır. Ben burada ikinci bir kırılma noktasının 2010 yılında olduğunu saptamak istiyorum. Bu yıldan sonra eski "yeni kuşağın" sinemasal üretimlerinin durduğunu ya da nitelik kaybı yaşadığını görüyoruz. 2010 sonrası, Seren Yüce’nin Çoğunluk filmi ile başlayan ve filmin temel tema ve üslubunun sinemamıza yayılmaya başladığı bir dönemdir.

DEMİRKUBUZ’UN DÜŞÜŞÜ

2011 yılındaki Bir Zamanlar Anadolu’da ile birlikte 2010 öncesinde sık sık tarzı ve sinematografisi kopyalanan, hatta bankta oturup denize bakan adam klişesi kullanılarak taklitlerle dalga bile geçilen NBC sinemasının artık taklit edilemez hale geldiğini, büyüdüğünü ve evrildiğini görüyoruz. Son on yılda NBC sineması kendi yolunda başka bir yere doğru ilerlemiştir. Öte yandan NBC ile birlikte Yeni Türkiye Sineması’nın kurucu babalarından olan Zeki Demirkubuz’un en iyi filmlerini 2010 öncesinde çektiğini görüyoruz. Bu yıldan sonra nicelik ve nitelik olarak üretimi azalan bir yönetmen olan Demirkubuz’un sinemamızı etkileme gücü pek de kalmamıştır. Yeşim Ustaoğlu’nun iyi filmleri de bu dönemden öncedir, Araf ise 2011’de çekilmiştir. Yine yeni sinemamızın başlatıcılarından Derviş Zaim’in geleneksel sanatlar üçlemesinin son filmi Gölgeler ve Suretler 2010 tarihlidir ve Zaim bu tarihten sonra sinemasal kimliğini belirleyen temalardan uzaklaşarak zayıf filmler üretmiştir. Öte yandan başka bir büyük ismin, Reha Erdem’in en iyi filmlerinin de kuşkusuz 2010 öncesindekileri olduğunu bu tarihten sonra çektiği Jin ve Şarkı Söyleyen Kadınlar’ın pek beğenilmediğini, hatta kişisel olarak güçlü bulduğumuz Koca Dünya’nın da eski filmleri kadar ciddiye alınmadığını eklemek gerek. Yine Semih Kaplanoğlu’nun bir döneminin sonu olan Bal tam da 2010 tarihlidir. Öte yandan 2010, Mahmut Fazıl Coşkun (Uzak İhtimal- 2009), Pelin Esmer (11’e 10 Kala- 2009), Tolga Karaçelik (Gişe Memuru-2010), gibi birçok yeni yönetmenin ilk filmlerini çektiği tarihtir.

2010 sonrasında Türkiye sineması yepyeni bir yola girdi. Yeni temalar, yeni bir sinematografik estetik bağımsız sinemanın genel kimliğini değiştirdi. 2010 sonrasında yavaş yavaş NBC-Demirkubuz etkisinin azaldığını, yeni yönetmenlerin yeni bakış açıları getirdiğini görüyoruz.

Burada altı temel filmin belirli temaların ortaya çıkıp gelişmesi açısından (kentsel dönüşüm, distopik bir atmosfer, taşra, cinsiyet politikaları, alegorik anlatım) köşe taşı olduğunu söylememiz mümkün. Not edelim; bu altı filmi dönemlerinin en iyi filmleri olarak düşünmüyoruz, ancak yeni bir sinemanın temel meselelerinin perdesini açan işler olarak saptamaya çalışıyoruz.

Çoğunluk (2010)

Çoğunluk, 2010 yılına ait bir film olarak yepyeni bir dönemin başlangıcının habercisidir.

Çoğunluk taşra-kent gerilimin, inşaat sektörünün geleceğinin... Temaların tümünü içinde taşır. Çoğunluk sonraki 10-12 yılın neredeyse tüm temalarını içinde barındıran bir epilogdur. Filmin kahramanı Mertkan’ın dertleri sonraki on küsur yılın politik meselelerini oluşturmaktadır.

Tepenin Ardı (2012)

Tepenin Ardı’nın politik önemi alegorik filmlerin yolunu açmasıydı. Aslında Emin Alper’in filmi başlı başına büyük bir alegoriden ibaretti. Belirsizliği ama öte yandan tamamen farklı okumalara açık alt metniyle bir anlatım biçiminin sinemamızda yükselmesini sağladı. Ötekiyle ilişkimizi sorgulayan filmin ardından mekânı ve zamanı belirsizleştiren ve politik yaklaşımını alt metinler üzerinden kuran birçok film izledik. Anons, Sarmaşıklar, Aden, Yuva gibi birçok film bu yolu izlemiştir.

Zenne-Çekmeceler (2011/2015)

Eşcinsel olduğu için 15 Temmuz 2008 tarihinde vurularak öldürülen Ahmet Yıldız’ın hikâyesinden esinlenerek yazılan bir hikâyeden uyarlanan Zenne ve aynı yönetmenler Caner Alper ve Mehmet Binay’ın dört yıl sonra çektiği Çekmeceler sinemamızda cinsiyet politikalarının filmlerde yer bulmaya başladığı bir dönemin açılışını popüler bir şekilde yaparlar. Her ne kadar yine tam da 2010 yılında Teslimiyet önemli bir LGBT+ filmi çekilmişse de ya da 1996 yılındaki Ağır Roman’da bu tür bir yaklaşımı görsek de bu iki film özellikle başat olan temaları ve anlatımın biçiminin popülerliği ile öne çıkmıştır.

Çekmeköy Underground (2014)

Çekmeköy Underground kentsel dönüşümün etkilerinin ağır bir şekilde ortaya çıkmaya başladığı yıllarda kamerasını gecekondu mahallelerindeki gençlere çeviren bir filmdir. Bu kentsel dönüşüm ve ötekilik meselesi sonraki yıllarda sinemamızın sürekli ziyaret ettiği bir tema olacaktır. Yönetmeninin belgeselci yaklaşımından etkilenen filmin üslubu bu mahallelerin hayatını ve şehirle olan ilişkilerin çarpıcı bir şekilde yansıtır. Filmin kahramanları aynı zamanda Hip-hop’çudur ki bu da 2010 sonrası müziğimizin temel türlerinden biri olacaktır.

Abluka-Kaygı (2015-2017)

Ceylan Özgün Özçelik’in Sivas Katliamı’nı konu alan Kaygı’sı ve Emin Alper’in Abluka’sı distopik bir atmosfer kurmasıyla belki de bir türün önünü açtı. Kaygı’nın ve Abluka’nın ürettiği tekinsiz, kasvetli ve baskıcı-güvensiz atmosfer içinde yaşadığımız konjonktüre distopik bir dünya kurarak bakan birçok filme giden yolda önemli bir köşetaşıdır. Hatta 2010 sonrası sinemasında distopik bir ağırlık vardır bile diyebilir. Peri Ağzı Olmayan Kız, Körfez, Yol Kenarı, Gölgeler İçinde gibi birçok film bu yoldan gider.

Bir Zamanlar Anadolu’da (2011)

Bir Zamanlar Anadolu’da malumdur ki sinemamızın taşrayla olan imtihanının yepyeni bir yola girdiği filmdir. Nuri Bilge’nin filmi taşra atmosferi, memleket alegorisi ve karakterleri ile taşraya gitmek-taşradan kaçmak arasında gidip gelen filmlerin temel metni olmuştur. Bu tema özellikle 2010 sonrasında birçok yönetmen tarafından birçok kez başarılı bakış açılarıyla tekrar tekrar kullanılır. Taşra tıpkı memleket insanının bilinç altı olduğu sinemamızın da sürekli uğraştığı bir meseledir.