Musul Başkonsolosluğunu IŞİDcilere kim teslim etti?. 49 can karşılığında yüzlerce caniyi serbest bırakmak için miydi? “Bakın, IŞİD bize de düşman” diyebilmek için miydi? Niye yayın yasağı koydunuz?

Hatırlıyor musunuz Davutoğlu’nun mutlu mesut sırıtışını, Reyhanlı’da bombalar patlatılıp insanların telef edildiğini müjdelerken, taa Almanya’lardan? Ve de patlamanın hemen ardından Ülke TV’de Suriyeli bir muhalefet sözcüsü “ bu patlama Erdoğan’ın elini güçlendirecek Obama karşısında, Suriye’ye ABD’nin doğrudan müdahalesi konusunda” deyince, yerli işbirlikçilerin nasıl telaşa kapılıp “ aman bu çok tehlikeli bir yorum” diyerek adamın sözünü kestiklerini?

Siyasal İslamcı’da ‘İnsan’ kavramı yoktur ki, ‘vatandaş’ kavramı ve ‘vatan’ sevgisi olsun. ‘Vatandaş’, ırkından, dininden, mezhebinden, dilinden ve de cinsiyetinden bağımsız olarak ve de hiçbir şeyin/varlığın kulu değil eylemlerinden ve de sadece eylemlerinden sorumlu bir ethik özne niteliği içinde ele alınan ‘insan’ın hukuksal statüsü, yasal çerçevesidir.

Bu yaratıkların kafasında Dünya coğrafyası ‘dar-ül harp’/’dar-ül islam’ diye ayrılır ve biz insanlar, onların ‘dar-ül harp’inde yer alırız; yani, mallarına mülklerine topraklarına el konulup ırzlarına tecavüz edilecek, gebertilmeyenleri de kendi üzerlerine zimmetlenecek zimmîler olarak yaşamalarına izin verilecek canlı emtia statüsünde: Bunlar, biz insanları düşman olarak görürler ve de gözleri üç yaşından başlayarak bebelerimizde, özellikle kız çocuklarımızdadır.

Bunların en geniş anlamıyla sanat, özellikle de müzik, resim ve heykel düşmanlıklarıyla ırz düşmanlıkları arasında doğrudan, birebir bir ilişki vardır: Şöyle ki, sanat, ‘libido’nun, yani insanın kendi varlığını gerek ‘hâl’de, gerekse ‘gelecek’te devam ettirme iştiyak ve enerjisinin doğrudan tüketilir olmayan bir şeylerin üretilmesi doğrultusundaki eylemi ve bu eylemin hiçbir zaman nihaî biçimine ulaşamayacağı peşinen kabûl edilmiş olan  ürünüdür; bunu yapmayan asalak, rantiye ve haramînin aklı çükünde, gözü de vapurdan inen kadının-kızın eteğinde, diz kapağında, saç telindedir ve de bunları eğitimle falan ıslah etme olanağı bulunmayıp, tek çare ‘toptancı bayi’ modeli üzerinden ‘torbacılık/paketçilik’  yapamayacakları  çalışma kamplarına toplayıp toplumdan tecrit edilmeleridir: “Arbeit macht frei”; yani ‘çalışmak insanı özgürleştirir’; ki, beni bile bu Nazi sloganını  benimseyip telaffuz etme raddesine getirenlerin ne denli ‘süpra-Nazi’ olduklarını varın artık siz hesaplayın.

Bu arada Mussolini de gözümde değer kazanıyor; tabiî sayelerinde:  Pislik, hiç değilse açıktan açığa ve de iftiharla faşistim diyor ve de faşizmi ‘ileri demokrasi’ diyerek kakalamak bir yana,  niteliksiz/idealsiz ve de aciz alt-insanların kendisine sığındıkları bir nicelikperestlik olarak aşağılıyordu; ki, demokrasi, cumhuriyete (res publica; yani, yönetim fonksiyonu da dahil her şeyin herkese açık ve ait olduğu sosyo-politik varlık) uzanan yolda insanın önünü kesen dogmaları bertaraf etmenin yöntemi değil de, en kalabalık olanların egemenliğini meşrûlaştıran  rejim olarak görülüp uygulandığında, Mussolini, ‘rahmetli’ sıfatını hak edecek kadar haklıdır ya da mefhum-u muhalifinden hareket edersek, ‘Erdoğan düzeni’ demokrasinin en zıt kutbunda yer alan kaotik bir absürditedir.

Bunlar, en taze örneği olarak, 12 yaşındaki Nihat’ı öldürüp, cinayetlerinin haber yapılmasını yasaklayan/cezalandıran RTÜK’ün demokratik meşruiyetinden bahsetmekten utanmayacak kadar kendinden geçmiş meczuplardır; ki, idam cezası artık kaldırılmış olduğuna göre, bu dünyanın kendilerinden fiziken temizlenecek olduğu güne kadar mutlak bir tecrite tâbi tutulmaları gerekir.