Yelda Reynaud Çamur filminden dolayı SİYAD ödüllerinde en iyi kadın oyuncu ödülü almış, Emek Sinemasındayız, kürsüde Yelda. Aldığı ödül vesilesiyle...

Yelda Reynaud Çamur filminden dolayı SİYAD ödüllerinde en iyi kadın oyuncu ödülü almış, Emek Sinemasındayız, kürsüde Yelda. Aldığı ödül vesilesiyle konuşuyor: “Türkiye’de kadınlara gelen roller incelendiğinde, genellikle ikinci roller öneriliyor. Kadın kimliği pasifleştirilmiş durumda. En iyi kadın oyuncu ödülü alabilirsiniz, ama filmde oynadığınız karakter, aslında yaşam içinde yardımcı bir oyuncu olarak çiziliyor. Ben de ‘Dünyayı Kurtaran Kadın’ı oynamak istiyorum.”
Bir başka çıkış, Boğaziçi kökenli bir konuşmacı, Türk Film Araştırmalarında Yeni Yönelimler dizisi içinde konuşuyor, konu sinemamızda kadının temsili. Bazı erkek yönetmenlerin filminde kadının güçlü bir kimlikle temsil edilebildiğini, buna karşın kadın yönetmenlerde bu temsillerin oluşmadığını iddia ediyor. Masumiyet ve İtiraf’taki kadınların güçlü ve kimlikli olarak resmedildiğini, aynı şeyi Yeşim Ustaoğlu’nun filmlerinde de görmek istediğini belirtiyor.
Yeşim Ustaoğlu bu konuda en önde gelen kadın yönetmen olduğu için, özellikle kadın kimliği üzerinde en çok konuşması beklenilen yönetmen durumunda: Alin Taşçıyan yönetmenle yaptığı söyleşilerden, Almanca basılan bir kitap için bir metin hazırlamış, orada değinilerle söyleşi iç içe geçiyor. Oradan uzun bir pasajı aynen aktarmak durumu iyi açıklayacak:
1.“Türkiye’de sanatçılar dünyadaki, hatta İran ve Çin gibi totaliter rejimlerdeki kadar bile siyasallaşmamıştır. Toplu sanatçı hareketleri azdır, sanat dünyasına atfedilen muhalif yapıya bizde pek rastlanmaz. Yeşim Ustaoğlu bu durumu “üzücü ve ürkütücü” buluyor. “Sanatçı toplumun önünde gitmeli,” diyor. Bu bağlamda doğa ve yeşil alan talanından, çarpık kentleşmeden, dilin inceliklerini yitirip çeviriye dönüşmesine dek her konuya kafa yoran, bunları filmlerine ince ayrıntılar olarak ekleyen bir düşünür.” (Alin Taşçıyan)
2.“Ustaoğlu'nun, kuşağının önde gelen temsilcilerinden biri olarak vurgulamadığı tek kimlik “kadın olmak”. “Sırtlarındaki Hayat” belgeseli aslında bu alandaki en iyi çalışmalardan biri. Ama en ataerkil sanat dallarından biri olan sinemada kendini hiç “kadın sinemacı” olarak öne sürmez...” (Alin Taşçıyan)
3.“Oradaki hınzırlığa karşı hınzırca davrandığım için kadın sinemacı etiketini sevmediğimi söylerim hep. Karşıma geçip bir kadın yönetmen olarak duyarlılığımı soruyorlar! Aslında bu çok maşist bir dil. Kadınlar böyle sormuyor ama bu erkek bakış açısıyla sorulmuş bir soru olduğu için hınzırca davranıyorum. Cevabım böyle etiketlerden hoşlanmıyorum oluyor. Zaten ben erkek yönetmen olma bilgisine vakıf değilim! Erkek gibi taşaklı bir yönetmensiniz diye sorabilseler, kadın olarak bunu kabullenebilirim. Seksist bir bakışı engellemek için sinemada yaratımın cinsiyetle ilişkisi olmadığını söylüyorum ama şunu söylerlerse kabulüm: Bizim sinemamız taşaksız / cesaretsiz bir sinema, ama bu cesaretsizlik öbür cinste daha çok var, sen kadın başına bunların tepesine oturup istediğini söyleyebilme cesaretini bulmuşsun, kabul edemeyen erkeklermiş. Çok dobra konuştum ama mevzu böyle!” (Alin Taşçıyan Yeşim Söyleşisi)
Kadın olarak sinemada varolmak meselesinden başlayalım:
1.Türkiye’de genel olarak sinemadaki kadın temsilleri ikinci karakter üzerinden yapılır. Eğer bir oyuncu, mesela döneminde Türkan Şoray, birinci oyuncu konumuna yükselse bile, bu kadın toplumdaki ikinci karakter rolünü sinemada canlandırmaktaydı. Yani sinemadaki kuralları kadın oyuncu ticari değeri açısından koyabilse bile, aynı kadın oyuncunun beyazperdedeki temsili, toplum içindeki ikinci karakteri canlandırmanın ötesine geçmezdi.
2.Türkiye’de genel olarak söylenebilir, aşağı yukarı 100 yıllık bir sinema tarihimiz var, bu tarih içinde, özellikle kadınlar iç dünyasız yaratılmışlardır. Bizim sinemamızın ne Antigone’si ne de Medea’sı, hatta bir Rosa Lüksemburg’u hiç olmamıştır.
3.Kadına sinemamızda isyankârlık değil, itaat yakıştırılmıştır. Daha da önemlisi kadın filmsel metinde isyan etmesi durumunda bile, bu kirlenen namusu kurtarmak ya da kirlenmeden önce engellemek, ikincisi ise bozulan nizamı yeniden tesis etmek içindir. Düzen sağlandığında, kadın ikinci karakter rolüne rahatlıkla dönebilecektir.
4.Filmlerimizde kadın için “namus” çok önemli bir sınırı çizer, kadının hareket alanını daraltır, erkek için ise, sonradan kadir kıymetini bilmek ve dahası her zaman tövbe kapısını çalıp, yeniden tam bir adam olmak mümkündür. Ancak kadın sınırı aşınca tövbe değil, Allah afetsinle sınırlı, benden uzak olsunda, bari bundan sonra ıslah olsun anlayışı vardır.
5.Kadınlar filmlerimizde, genellikle erkeklerin tebelleş oldukları, yoldan çıkarmak için çok ciddi uğraştıkları insan olarak çizilir. Aynı şekilde, filmlerimizde kötü kadınlar genel olarak cinselliklerini kullanarak kötülüklerini yaparlar. Sonları azap kapısından girmek olarak resmedilir.
6.Filmsel metinde iktidar alanından kadın özellikle uzak tutulmuştur, bu alana girdiğinde kadın “kadın kimliğini kaybetmekte”, falluslu etekli bir kimliğe bürünmektedir.
Türkiye sinemasına ilişkin bu genel söylemin dışında, gelecek hafta, Yeni Türkiye Sinemasında kadın temsillerini filmlerden örnekleyerek açıklamak, daha sonra ise geleneksel toplumun kadın anlayışı, modernleşme ve sinemasal temsil sorunu üzerinden “modern kadın kimliğinin beyazperdeden nasıl sürüldüğünü” araştıracağız.