Nedendir bilinmez, daha doğrusu tartışılmamıştır, ama Yeni Türkiye Sineması erkek dünyasına, onun karanlık yönlerine, iktidar olma tutkusuna,

Nedendir bilinmez, daha doğrusu tartışılmamıştır, ama Yeni Türkiye Sineması erkek dünyasına, onun karanlık yönlerine, iktidar olma tutkusuna, kendi çarpıklaşmış yalıtılmış adasındaki iktidar olma gayretlerine, insan bedenine eziyet etme isteklerine, saplantılı aşklarına çok daha fazla ilgi göstermiştir.
Bu durumu ilginç olarak görüyorum: şöyle diyelim, Yeşilçam’ın bitiş döneminde, saplantılı ve hastalıklı olarak cinsellik temel konu haline getirilmişti. Bu cinselliğin merkezinde ise kadın duruyordu. Ama elbette “ideal kadın dünyasından yola çıkarak” yansıtılmıyordu bu. Bir tür kadın bedeni fetişleştirilmişti. Yeni Türkiye Sineması bunu tersine çevirdi, ana konuyu kadın bedeninden alıp erkeğin kendi “tasarımı” bir kadın yarattı. Yalnızca ‘Gemide’, ‘Laleli’de Bir Azize’ adlı filmlerden söz etmiyorum, çok daha geniştir bu eğilim. Örneğin bunu ‘Yahşi Batıda’ filminde ya da ‘Recep İvedik’ filmlerinde de görebilirsiniz. Sinemasal tasarım büyük oranda erkeklerin dünyasından resmedilmiş ve hakikaten nesneleştirme tehlikesi gösteren bir kadın imgesi yaratmıştır. Ama erkek bedeni de iç dünyası da hiçbir idealizasyona gidilmeden, aksine neredeyse cerahate özel ilgi duyularak anlatıldı. Bunun özeti, insan ilişkilerinde ve toplum ile bireyin ilişkilendirilmesinde çok yoğun olarak toplumsal patolojimizin, ilişkisizliklerimizin, iletişimsizliğimizin, idealsizliğimizin, değersizleşmemizin, hatta mutsuzluğumuzun sinemanın merkezine oturmasıdır.
Bu açıdan bakıldığında, örneğin Yeşim Ustaoğlu ile Handan İpekçi’nin filmleri büyük oranda aykırılıklar taşır. Her ikisinde de patolojik ilişkiler değil, gerçekten yaşayan insanların “sosyo-ekonomik” yapı içinde tutunmaya çalışan, saplantılarıyla toplumla çarpık ilişkiler kuran bireylerin değil, ne kadar zor durumda kalırlarsa kalsınlar yaşamın içinde daha direngen karakterlerin hikâyesi filmlerinde merkezde durur. Bu açıdan deyim yerindeyse geçmişin toplumcu gerçekçi sinemasının mirasçıları olarak görülebilirler.
Türkiye’de özellikle 1990’ların ikinci yarısından itibaren gitgide komedi filmleri ticari olarak büyük başarı elde etmeye başladı. Eğer sinemamızdaki kadın temsillerini incelerseniz, bu filmlerdeki kadın erkek ilişkilerinin çok daha çarpık olduğunu görürsünüz, öyle ki neredeyse normal bir ilişki yoktur. Merkezde sahte bir delikanlılık ve sahte bir gerçeklik dünyası yaratılır. Bu dünyanın içinde kadın neredeyse Kasımpaşa’nın delikanlılarının nesnesiz bir varlık olarak kadını söze döken iştahını sinemaya yansıttığını görüyoruz. Üstelik bu nesnesizleştirme, iç dünyasızlaştırma ve nesneleştirme, daha doğrusu fetişleştirme büyük oranda daha konvansiyonel bir “kadın imgesi yaratmakta”, cumhuriyetin kendine model aldığı kadın tipini ve erkek/kadın ilişkilerini tümden tersyüz etmekte, hatta alay konusu haline getirmektedir. Daha da önemlisi bir tür bu filmlerin merkezinde, romantiklik ve tutku ve “yüceltilmiş” sevgi tersyüz edilmiş, yerin dibine çalınmıştır. Tarihin komik bir cilvesi olarak iki baş mizah karakterimiz Cem Yılmaz’ın ve Şahan Gökbakar’ın gerçek hayatta da kadınlarla ilişkileri pek tuhaf seyretmektedir.
Şöyle açıklamak istiyorum: Zeki Demirkubuz ile ‘Yahşi Batı’ filminin ardından görüşmüştüm, Cem Yılmaz’ın kendisinden ne kadar taltif edilme yönünden aç olduğunu söylemişti. Aynı şekilde Sinema Yazarları Derneği’nin ödül törenlerinde Cem’e tuhaf ödüller verdiriliyordu. Bu yıl zirve yaptı ve Cem’e bari sahnede bizi eğlendir dediler. Cem Yılmaz’ın ‘Yahşi Batı’sını ben ancak bir hafta önce seyredebildim, şunu söylemek istiyorum: Bu filmi yapan adama gülerler, ama bu filmi yapan insana gerçekten hokkabaz ya da soytarı (fool) muamelesi de yaparlar. Çünkü baştan aşağı aptalca bir konu seçimi ve açık bir şekilde hiçbir dramatik yapı kurulmadan şaklabanca geyikler üzerine kurulu bir film. Diğer filmleri de aynı şekilde. Gerçekleri konuşalım: ‘Vizontele’ filmleri bundan çok daha başarılı bir dramatik yapıya sahiptir ve çok daha anlamlıdır. Ama saçmalık derekesinde Cem’in eline su dökmek kolay değildir. Bir tür ahmak geyikleri, seyredildiğinde insanın içini boşaltan bir söylem. Ben filmi seyrederken çok güldüm, gerçeği söylüyorum, ama filmin komikliğine değil, Cem Yılmaz’ın hem para kazanmak, hem ününü sürdürmek için büründüğü tiplere ve düştüğü durumlara güldüm. Sürekli aklımda Cem Yılmaz’ın “yaptığı işe ve verdiği emeğe insanları saygı duymaya çağıran” sözleri vardı. Malumunuz bir iki derken, Cem Yılmaz’ı intihalle suçlamışlardı. Şunu söylemek istiyorum: Yarattığı Arif bir tür patolojik erkek karakteridir ve bu patolojik erkek karakterinin kadınlarla ilişkisi daha patolojiktir. Bu dünyaya kadın kendi kimliği ve kişiliği ile giremez, ancak ki bir fetiş nesnesi olmasın. Aynı durum Şahan için de geçerlidir. Açıkça söylüyorum, sevgisizdirler ve değersizdirler. Deyim yerindeyse, sinemamızda bunların öncüleri ne Karagöz’dür ne de geleneksel mizah anlatılarımızdır. İkisinin de öncüsü gerçek anlamda Öztürk Serengil’dir. Bizim insanlarımız Münir Özkul’u, Şener Şen’i, İlyas Salman’ı, Sadri Alışık’ı sever. Ne türlü ilişkilere girerlerse girsinler belirli bir ahlakın sözcülüğünü yapan komedyenleri. Öztürk Serengil’in tiplemesi yavşaktır ve yozdur, bunlar çok tutabilir, ama bunları yapanlara bu toplumda saygı duymazlar. Bu açıdan Cem Yılmaz büyük oranda yoz soytarıyı bu topluma sevdiren birisidir, vatandaşlarımız daha çok da “onu küçümseyerek” kendi egosunu tatmin etmeye çalışarak, kendi tarihi ile alay ederek, yoz bir karakter olarak seyretmektedir. Açıkça söylenmeli: Yeni Türkiye Sinemasında büyük oranda Özal’ın değersiz ve uyanık erkekleri, ‘işini bilen’ memurları resmedilmektedir. İşi için kafa yoran, ne olursa olsun bir yolunu bulup yırtmaya çalışan değersiz erkeklerimizin sinemamızdaki kadın temsilleri de bir fetiş nesnesi olarak ve sevgisiz bir biçimde yansıtılarak resmedilmektedir. Türkiye’de Özal döneminde bir histeri boyutuna varan tüketim, ötekileri yok sayarak ne pahasına olursa olsun ‘yırtma’ isteği, para ve tüketim oranında kendini iktidarlı sanan insan tipinin kadın görüsü de bu kadar oluyor demektir.