Güneşe Yolculuk ve kadın Güneşe Yolculuk

Güneşe Yolculuk ve kadın
Güneşe Yolculuk 1998 yapımı bir film: her şeyin en şiddetli olarak yol ayrımına uğradığı yılda bitmiş. Filmin yapımı yaklaşık dört yıllık bir zamanı almış. Tartışmaların ve kamplaşmaların en yoğun yaşandığı zamanların filmi dense yeridir.
Film, İstanbul Film Festivali’nde Türkiye yolculuğuna başladı: daha sinemada seyrettiğimde tüylerim diken diken olmuştu. On yıllar sonra ustamız Yılmaz Güney’in ayak seslerini duyuyorduk, Ustaoğlu’nun film için yıllarca ne kadar çabaladığını biliyordum. İstanbul’daki ödülleri Ankara’daki ödüller izledi, Antalya’da ise ciddi hiçbir ödül almadı. SİYAD’da filme çok sıcak bakmadı. Sektör ise yıllarca kin bilemek için bu filmi mazeret gösterdi.
Gerçek şu ki ele aldığı karakterler, karakterlerini sevme, genç karakterlerin kendi kişiliklerini bulması derken, Güneşe Yolculuk tam bir acıyı bal eyledik anlayışıyla, Yılmaz Güney’in umutsuzluktan Umut’u çıkarması gibi, çelişkilere yönelmiş süreci yoğun olarak diyalektik biçimde ele alan bir filmdir. En yoğun baskılardan ve karmaşadan barışı, kardeşliği çıkarmak, öte yandan ise bir umut tazelemek diyalektik olmadan yapılamaz çünkü.
Filmin içindeki kadın karakterlere baktığımızda durum gerçekten ilginçleşiyor. Arzu, Arzu’nun türbanlı iş arkadaşı, patronları filmdeki kadın karakterlerin en önde gelenleri. Arzu belirli ölçülerde masum bir şekilde seviyor, sevdiği için gerek aile koşullarını gerekse kendi dünya görüşünü adım adım dönüştürüyor. Arzu bir kimlik olarak hem sebatkâr, hem dirençli hem de sadakatlidir. Arkada duran pasif bir destek değil, öne çıkan, hamle yapan, kendi kişiliğini ve değerlerini yıkmadan hareket edebilen sevilesi bir karakterdir. Türbanlı iş arkadaşı, belli açılardan geride duran bir karakterdir, ama o da yaşamı merak etmekte, Arzu ile dayanışmaktadır. Patroniçemiz ise 1970’li yıllardan kalmadır: bir yandan görmüş geçirmiştir, öte yandan hizaya gelmiştir. Siyasal olandan ürker, Türkiye toprağının kan koktuğunu bilir, işi ve maddi durumu için hiçbir şeyi riske etmek istemez, bir yandan da uyanıktır: ama düzenin bir aldatmaca içinde sürdüğünü de bilir.
Film içinde kendisi görüntüye girmeyen, yalnızca fotoğrafıyla temsil edilen Berzan’ın sevdiği vardır, yaşanmamış aşkın büyük tutkusu olarak resmedilir, Kürt kızıdır. Gelecekteki yaşamın hayali gibi, bütün sıkıntılar belirli ölçülerde onunla kurulacak yaşam için çekilmektedir. Uzakta kaldıkça sevgi de özlem de hem büyür hem ütopikleşir.
İki kadın daha var filmin içinde, birisi Sovyetler Birliği‘nin dağılması sonucu Türkiye’de biraz ucuz yoldan hayatı kazanmak için gelmiştir. Dişiliğini öne sürer. Öteki kadın ise çok kısa bir diyalogu olmasına karşın, büyük bir olasılıkla üniversite öğrencisidir ya da mezunudur. Kararlıdır ve dağa çıkacaktır, gittiği yolun dönüşü olmadığını bilir: bağlantılar kurulmuştur, doğuya gidecek uygun yollardan sonra yukarılara doğru tırmanacaktır. Bağlantı İstanbul’dan başlar, bindiği otobüsten. Bu kadının giyiminden konuşmalarına kadar şunu anlarız: cinselliğini rafa kaldırmıştır. Yolda çevirme olur, otobüstekilerin kimliği toplanır, o kimlik uygun bir şekilde örtbas edilir. Yola devam edilir. Bu iki kadın kimliği önemli bir çatışmaya karşılık gelir: göçmen olan kadın ideallerin yenildiği topraktan bedenini tezgâha sürerek çıkmıştır, öteki noktada ise idealleri için yaşamla ölüm arasındaki sarkaçta her şeyi feda edilerek yola çıkılmaktadır. Yüceltilen ideal eşliğinde kişi kendi bireyselliğini törpüler, ideali için kendini feda eder. Bu feda etme eylemi 19. yüzyıldan beri dünya devrimci literatüründe çok işlenmiştir. Aynı şekilde daha sonra çekilen Beynelmilel filminde de devrim/ölüm/devrimci ilişkisi aynı şekilde ele alınmıştır. 1970’li yıllarda ölümün devrimci kültürde ne kadar yüceltildiği açıktı, 1980’li yıllardan itibaren bu mirası büyük oranda Kürtler devralmıştı.
Eğer Güneşe Yolculuk filminin kadınları ile aynı dönemde yapılan Masumiyet’in kadınlarını karşılaştırırsanız ne görürsünüz? Güneşe Yolculuk’ta kendini davasına adamış ya da sevdiği için dönüşüm yaşayan, birleşilmediği için yüceltilip ütopik bir aşka dönüşen kadın karakterlerin yanında, Masumiyet’te marazi bir tutku ve hayatla büyük oranda pragmatist bir ilişki ekseninde kadın karakter çiziliyordu. Gelin görün ki kendine feminist diyen bazı kadın yorumcuların Masumiyet’teki kadın karakteri daha güçlü gören yorumlarını dinlediğimde kişi olarak ben çok şaşırmıştım.

KPSS hakkında bir not
ŞU haliyle KPSS’de soruların önceden verilmemesi imkânsızdır. Yani sınav anında bir kopya çekilmesi ya da sınav kitapçığı dağıtıldıktan sonra herhangi bir haberleşme yoluyla soruların dışarıda çözülüp salona iletilmesi de imkânsızdır. Ama ben şunu söylemek isterim: devletimizin kimi yetkili ve etkili kurumlarının ÖSS sınavında sahte birinciler türetmek ve bunlarla propaganda yapmak için ne kadar çaba gösterdiklerini ben açıkça biliyorum.
Şimdi size 1980’li yıllardan bir Boğaziçili arkadaşımı anlatmak isterim. İmam hatip mezunuydu ve Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji’yi kazanmıştı. Entel Ahmet derlerdi, gerçek lakabı ise Hırsız Ahmet idi, çünkü gerçekten çalıyordu. Kendi deyişiyle hiç düşünmeden görüyor ve alıyormuş; benim Horkheimer’in Akıl Tutulması ve bir Oxford English/English sözlüğümü çalmıştı. İkisinde de onun çaldığını anladık, kendi ağzından hem de. Neyse efendim, bu arkadaş sosyoloji bölümünün aldığı derslerden matematik dersini veremedi. Okuldan atıldı, afla geri döndü, sonuçta bizzat üniversitenin genel sekreteri Metin Balcı’nın önerisiyle İnşaat Mühendisliği bölümünde okuyan Batuhan Ergüneş adlı arkadaşımız onun yerine sınava girdi, öyle matematik dersini verdi. Entel Ahmet karekök İkinin ne olduğunu anlayamıyordu. Yani diyeceğim o ki kök ikiyi bilmeyen bir öğrencinin Boğaziçi Üniversitesi’ni kazanması açık söylüyorum imkânsızdır. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji bölümünden bir imam hatip mezunu arkadaşımız vardı; adı Ömer idi. Açıkça anlatırdı üniversite sınavında önündeki kızdan kopya çektiğini. Ben açıkça söylüyorum, savcılar çağırırsa, anlatmaya hazırım, ama Türkiye’de sınav sorularını bizzat yetkililer açıkça sınavlardan önce birilerine vermektedir. 1980’li yıllardan itibaren İmam Hatip liselerinin bu kadar üniversite sınavında başarılı olmasında açık bir şekilde bu yöntemin birinci elden payı olduğunu biliyorum. Hiçbir iyi öğretmen, bir sınavda, sıfır çeken, ya da yarı yarıya yapan bir öğrencinin çok çalışarak bir sonraki sınavda ful doğru çıkarabileceğine inanmaz. Eğer böyle birisi varsa bile, bunun ne kadar parlak olduğunun geçmişte ve şimdi mutlaka emarelerinin olması gerekir. Şunu diyeyim, KPSS sınavında ful çeken öğrenci, bir sonraki sınavda da ya ful çeker ya da fula yakın çeker. Aynı öğrenciyi ÖSS’ye sokun, orada da derece yapması gerekir. Türkiye’de kopyayı bizzat yetkili ve etkili mercilerdeki insanlar pazarlamakta ve bu iş için bizzat öncesinde soruları vererek ya da kendi geliştirdikleri mükemmel yöntemlerle yapmaktadır. Hayatımın çeşitli dönemlerinde buna bizzat tanık oldum, yaşayanların anlattıklarını dinledim. Savcılarımıza duyurulur.