Parlamenter sistemden filli başkanlığa; demokrasi ve erkler ayrılığından otoriter sisteme; yargı bağımsızlığından “başkana bağlı” yargıya geçtik! Laiklik derken kadının örtünmesi ya da imam hatip okullarının artışı yetmedi, din derslerinden sübyan okulu arayışına geldik!

Eğitimde ve sağlıkta piyasalaşma yetmedi; çalışma yaşamını esnekleştirmeye doymadılar; şimdi iş bulmayı da piyasaya bırakarak “kiralık işçiliği” sardılar başımıza! Bir de geçici işçilik demezler mi! Geçici işçilik çoktan beri var, beyler! Bu seferki özel istihdam bürolarının işçiyi şuna buna kiraya vermesi!

Sonuçta, sosyal politika konusu olan bütün alanları piyasaya devrettiklerinden, ellerinde bir tek “sosyal yardımlar” kaldı! O nedenle, Fak-Fun’da toplanan paraları dağıtan yardım bakanlığının adı Sosyal Politikalar Bakanlığı oldu! İyi mi!

Sistemi yıkıp yeniden inşaya girişirlerken, kendilerine nefer toplamak üzere her çareye başvurdukları da ortada. Cumhurbaşkanı son olarak, “neslimizi çoğaltacağız. Nüfus planlamasıymış, doğum kontrolüymüş hiçbir Müslüman aile böyle bir anlayış içinde olamaz” diye buyurmuşlar! Benim bundan anladığımsa, Müslümanlık referansının devreye sokulmasıyla, çok çocuklu himmete muhtaç aileler, çocuktan başını kaldıramayan kadınlar, iş ve aş derdiyle kapı kulluğuna yazılacakların önünün açılması!

Müslüman yazarlar bile, İslam’da doğum kontrolüne aykırı bir hüküm bulunmadığını söyleyerek dediklerine karşı çıkıyorlar. Tabii, usulünce... Örneğin Nihal B. Karaca, İslam fıkhının “gebeliğin başlamasını engelleyecek kontrol yöntemlerinin” caiz kabul ettiğini, Cumhurbaşkanı’nın elbette bunu bildiğini, dolayısıyla söyledikleriyle “kürtajı” kastettiği hükmüne varmış!
Yani, “ne şiş yansın, ne kebap!”

Bir de yaşlanan nüfus, zorlanan sosyal sigorta sistemi gibi gerekçe üretenler var ki, akıllara şenlik! Bir kere, Türkiye’de hala genç nüfus önemli büyüklükte; bu nüfusa iş bulanamadığı da ortada. Örneğin toplamda işsizlik oranı yüzde 11,1 iken, gençlerde yüzde 18,6’ya, genç kadınlarda yüzde 20,7’ye çıkmakta.

Sosyal güvenlik sisteminin en büyük sorunun ise, yaygın ve kalıcı işsizlik olduğu ortada. Buna kayıtsız istihdam da eklenince, sosyal güvenlik sistemine karşıladığından fazla yük bindiğini görmemek mümkün değil.

Ancak iktidarın mağduriyetleri iktidar aracı yapması gibi, sermaye de ucuz işgücü, güvencesiz işler, kiralık işçilik gibi uygulamalar için daha fazla işgücü arzına muhtaç olduğundan, kendilerince gerekçe bulmaktalar. Nasılsa işsizliğin acısını onlar çekmiyorlar!

Söylenilenlerin, kadınlar açısından da düşündürücü yanı çok. Örneğin bu ifadelerle kadınların “eve, çocuk doğurmaya” davet edildiği ortada! Oysa kadınlar, ancak doğum kontrolünü kolaylaştıran yöntemlerin uygulamaya girmesiyle özgürlük arayışlarına uygun bir zemin bulabildiler. Bu nedenle de, istediği zaman ve istediği kadar çocuk sahibi olmak her şeyden önce kadınları ilgilendiren bir konu; özgürlük ve eşitlik talepleri için de vazgeçilmez.



Aslında bu zihniyetin neler getireceği zaten belliydi! Örneğin AKP’nin 14 yıllık iktidarında, kadınların eşitlik ve özgürlük istemlerinin devlet politikası olmaktan çıktığı, toplumsal cinsiyet eşitliği temelli politikaların rafa kaldırıldığı, buna karşın kadınların eş, aile, anne rolünün sürekli öne çıkarıldığını görmedik mi? Bugün, ancak, bu anlayışın biraz daha “torbadan” çıkıp yüzünü gösterdiği söylenebilir.
Örneğin, “Boşanmaların Araştırılması” ile ilgili Meclis Komisyonu Raporu... Kadınlara yönelik bunca tecavüz, bunca şiddet ve cinayet ortadayken, bunları önlemek yerine, örneğin çare olarak tecavüz edilen kadını tecavüzcüsüyle evlendirmeyi önermekteler! Örneğin, gördüğü şiddete rağmen kadını boşanmaktan vazgeçirmenin yollarını aramaktalar! Bunun için ilahiyatçı danışmanları devreye sokmak istedikleri de görülmekte.

Anlaşılıyor ki, evlenmeyi, boşanmayı, çocuk sahibi olmayı kişinin kararı, bireysel bir özgürlük olmaktan çıkarıp devlet politikası haline getirecekler. Bu konudaki “ikna odaları” için de ilahiyatçıları uygun görmekteler! Din ve inanç devreye girince, kimsenin kolay başkaldıramayacağını hesabını yaptıkları ortada!

Burada Levent Gültekin’in “Başörtülü hanımefendilere...” başlıklı yazısını hatırlatmadan geçemeyeceğim. Yazıda, başörtülü kadınların “kadının yeri evidir” mantığıyla uygulanan politikalara sessiz mi kalacakları sorulurken, bir de geçmişte “başörtüsü “için verdikleri özgürlük mücadelesi hatırlatılmakta!

Aslında, bana göre, soru da, hatırlatılan da yanlış! Geçmişte verilen mücadelenin, kadınlar için değil, daha çok “Siyasal İslam’a özgürlük” anlamını taşıdığı ortadaydı. Bu konuları yıllarca önce yazdım. Örneğin, örtülü kadınların varlığı ve mücadelesi Siyasal İslam’ın varlığı, görünür kılınması açısından çok önemliydi.

Öte yandan kadınların, “başörtüye özgürlük isterlerken, Müslüman toplumda var olmak için kendilerine dayatılan “örtünmeyi” sorgulamayıp kabullenmeleri gibi bir çelişki de vardı. Bunu kabul etmenin, aynı zamanda İslami bir toplumda kadın için uygun görülen yerin ve rolün kabulü anlamına geldiğini görmeleri gerekirdi.

Bugün su yüzüne çıkan da bu; kadının örtünerek toplum içinde var olma mücadelesinin, kadın için özgürlük değil, dinsel ve geleneksel rolün kabulü, hatta pekiştirilmesi anlamına geldiği... Gerçi birkaç başörtülü yazar, televizyon programcısı ya da milletvekili kadın ortalığa çıktığını gördük ama onların varlığının ne kadını özgürleştirdiği ne de toplumsal varlığını güçlendirdiği söylenebilir.

Aksine, onlar, eril değerlere itaatkarlıklarıyla kadınlar gibi kendilerini de geriye düşürmekteler ama gördükleri yok! Yalan Türkiye’ye katkıda bulunmaları ise, çok acı!