İnsanların/toplumların beslenme, tüketim ve yaşam tarzlarının yepyeni temeller üzerinde yeniden oluşturulmasını tasarlamadan kâr ve servet yığma hırslarının dizginlendiği, bencilliklerin aşılabildiği dayanışmacı bir toplumu düşlemeden nihai çıkış umudu yoktur. Herşey kapitalizmin aşılmasını, yeni bir sosyalist toplumun kurulmasını işaret etmektedir.

Yeni yılın mücadele alanları

Her bakımdan kötü bir yılı geride bırakıyoruz. Dünyada milyonlarca, Türkiye'de onbinlerce insanı pandemiye kurban verdik. Aralarında tanıdıklarımız, yakınlarımız da vardı. Enfekte ve hasta olanlar bunun onlarca katıydı. En büyük darbeyi de gelirleri sıfırlanan veya aşınan, işini kaybeden veya önlemsiz çalıştırılarak pandemiye en çok maruz kalan emekçi kesimler yedi. Fedakar sağlık emekçileri ise en büyük bedeli ödeyen kesimlerin başında yer aldı.

ILO'nun 2020-21 Küresel Ücret Raporu'nun verilerini yorumlayan Prof. Erinç Yeldan, emekçilerin 2020'deki iş ve gelir kayıplarının devasa boyutlara ulaştığını, ücret gelirlerindeki kayıp oranının (yüzde 10,7) IMF'nin tespit ettiği küresel toplam gelirdeki kaybın (yüzde 4,4) iki buçuk katı olduğunu çarpıcı bir biçimde sergilemekteydi (Cumhuriyet, 30 Aralık 2020).

Peki bütün bunlardan sorumlu olan yalnızca bir virüs mü? Yoksa içinde yaşadığımız, büyüyen eşitsizlikler sistemi olan kapitalizmin çevreyi yağmalayan, doğaya taşıyamayacağı kadar yükler bindiren ve emeği iliğine kadar sömüren tahripkâr doğası mı?

KAPİTALİZM AŞILMADAN SALGINLAR AŞILAMAZ

Pandeminin Türkiye'de resmen tanındığı ilk günlerde BirGün Pazar'da salgınlarla üretim tarzları arasındaki ilişki üzerine yazmıştık ("Bir Virüs Dünyayı Dize mi Getiriyor?", 15 Mart 2020). Zaman aşınmasına uğramadığı için bazı alıntılar yararlı olabilir:

"Virüsler hep var oldu, hep var olacak; varolup da bilinmeyenler ortaya çıkacak; bilinenler biçim değiştirecek veya yenileri türeyecek. Sonuçta insanlık, hangi sosyal gelişmişlik düzeyine ulaşırsa ulaşsın, hep tehdit altında olacak. Bunların hepsi salgına (bölgesel/epidemik veya küresel/pandemik) dönüşmeyecek elbette. Salgına dönüşenler karşısında da her zaman çaresiz kalınmayacak. Ama uzunca süren bir yıkım dönemi boyunca çaresiz kalınan virütik salgınların sayısında bir artış yaşanacak gibi. (...)

Soruna salt salgın belirtileri ortaya çıktıktan sonra alınan önlemler düzeyinde çare aramak, çok edilgen bir mücadele yöntemidir. Burada yapılan, kayıpları/zararları asgariye indirmekten ibarettir. Aşısı/ilacı bulunursa belki daha hızlı çözümler de üretilebilir ama insani, toplumsal ve iktisadi etkileri tamamen önlenmiş olmaz.

Görece zor olan, insanların doğal süreçlere yaptıkları müdahalelerin çevre ve toplum sağlığı üzerinde yol açabileceği olumsuz etkileri baştan öngörmektir. Daha da zor olanı, insanların beslenme ve yaşam biçimlerinin yepyeni temeller üzerinde yeniden oluşturulmasına yönelmektir. Bunun ne denli önemli bir altüst oluşu gerektirdiğini anlamak için sanayi devrimi sonrasındaki tahripkâr sermaye birikim tarzının çevreye verdiği zararları tersine çevirmenin zorluklarını düşünmek yeterli olur. Olayı, kısacası, bir üretim tarzının dinamikleri üzerinden kavramak ve çözümleri de aynı yaklaşımla oluşturmak gerekiyor. (...)

Siyasi sonuçlar bağlamında ise, esasen otoriterleşme eğilimleri gösteren burjuva demokrasilerinde ve özellikle çevre ülkelerin hibrit demokrasilerinde, totalitarizme geçiş yolları ardına kadar açılacak veya bu yola girmenin yeni gerekçeleri türetilmiş olacaktır. Kuşkusuz, baskıcı yönetimlere karşı halk tepkilerinin yükselmesi de olası sonuçlardan biri olacaktır.

Kapitalist birikim tarzının çevre tahribatını büyütücü etkileri, bu bağlamda ormanların yokedilmesi ve endüstriyel hayvancılığın aşırı yoğunlaşması, çok daha fazla ve ölümcül patojenin birbiri peşisıra ortaya çıkmasının da ana etkenlerindendir. Tekrar başa dönersek, insanların/toplumların beslenme, tüketim ve yaşam tarzlarının yepyeni temeller üzerinde yeniden oluşturulmasını tasarlamadan kâr ve servet yığma hırslarının dizginlendiği, bencilliklerin aşılabildiği dayanışmacı bir toplumu düşlemeden nihai çıkış umudu yoktur. Her şey kapitalizmin aşılmasını, yeni bir sosyalist toplumun kurulmasını işaret etmektedir."

BAZILARININ İŞLERİ TIKIRINDA!

Pandemi 2020'de ekonomiyi ve çalışan kesimleri çok derinden etkiledi. 2021 için emekçiler bağlamında henüz düzelme umudu ve belirtileri yok. 2020 yılında küresel salgına karşı seferber edilen mali desteklerin 2021'de ne ölçüde süreceği de henüz belirsiz. 2020'de dünyada 12 trilyon doları aşkın boyuta ulaşan mali destek paketleri devreye sokuldu. (Türkiye dünyanın yüzde 1'i boyutunda olduğu için, bizdeki eşdeğer bir destek paketi 120 milyar dolar ederdi!) Bu desteklerin önemli bir bölümü sermaye yönlü olsa dahi gelişmiş kapitalist ülkelerde çifte krizin yoksullaştırıcı etkilerine karşı güçsüz kesimler de belirli ölçülerde korundular. Toplumsal tepkileri yatıştırmak ve çöken talebi canlandırmak açısından bu destekler sistemin de talebiydi.

Ama aynı görüntüyü iç ve dış açıklarla boğuşan, halkın taleplerine tamamen duyarsız kalan ve olası halk tepkilerini dinci/milliyetçi hamasetler üzerinden kontrol eden iktidar türlerinin egemen olduğu çevre ülkelerinde görmek pek mümkün olamadı. Gerçi bu kategorinin de en kötüsü, herhalde Tayyibistan Cumhuriyeti oldu. Bütçeden yapılan sosyal yardımlar 6 milyar TL'yi aşmadı. Buna, "Biz bize yeteriz" kampanyasıyla halktan sağlanan 2 milyar TL'lik bağış da eklenirse, 8 milyar TL, yani GSYH'ye kıyasla binde 1,6 oranı yakalanmış oldu! (Şimdi buna 2021'de çalışacak 5 milyar liralık minik bir paket daha eklenecek!). Aile, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı 2021 bütçesi sunuşunda, "Sosyal Koruma Kalkanı" programında bu 8 milyara şunları da ekliyordu: Kısa Çalışma Ödeneği 21,8 milyar TL, Nakdi Ücret Desteği 5,1 milyar TL, İşsizlik Ödeneği 4,2 milyar TL, işyerlerine Normalleşme Desteği 1,7 milyar TL. (Toplamda 32,8 milyar TL). Bunların tümü İşsizlik Sigortası Fonu kaynaklarından ödenen ve sigorta primleriyle karşılığı ödenmiş bir sigorta korumasıydı aslında.

Bütçe ve fon toplamını alsanız dahi 40,8 milyarlık bir destek söz konusuydu ve tüm bunların 2020'nin GSYH gerçekleşme tahminine oranı yüzde 0,8 etmekteydi! Yani pandemide bile sosyal koruma desteklerini yüzde 1'in altında tutma "başarılabilmişti". Çok daha hacimli olan sermayeye dönük desteklerin ise GSYH'nin yüzde 8'ine ulaştığı söylenebilir.

Desteklerin çok yetersiz oluşu ve çok eşitsiz dağılımı bir yana, krizin etkilerinin sermaye kesimlerine göre çok farklı hissedildiği anlaşılıyor. Bir kere her ekonomik sektör aynı ölçüde olumsuz etkilenmedi. Son üç yılın kredi pompalamalarının merkezinde olan finans kesiminde şimdilik en fazla kamu bankaları olumsuz etkilenmiş durumda. Ama halının altına süpürülen takipteki alacaklar sorunu açısından bakılınca özel bankaları da iyi günler beklemiyor. Bankacılık kesiminde 2018 sonrasında takipteki ticari kredilerde iki kattan fazla artış olduğu icra dosyalarının çığ gibi kabardığı vurgulanıyor. Gerçekte batmış olan şirketlerin (zombilerin) kredilerin yeniden yapılandırılması üzerinden daha ne kadar yüzdürülebileceği tartışılıyor.

Gıdada ve genel olarak sanayide işler yolunda gözükürken büyük sermaye çevreleri de krizden olumsuz etkilenmiş görünmüyor. Son yılların sürekli kriz ortamında büyük şirketlerin kârlarına kâr kattığı biliniyor. TOBB, TEPAV ve TOBB ETÜ'nün katkılarıyla düzenlenen "TOBB Türkiye 100" listesine 2016-2018 yıllarında en hızlı satış geliri (ciro) sağlayarak giren şirketlerin bu dönemdeki ortalama büyümelerini yüzde 511, emek verimliliğini de ortalama yüzde 211 oranında artırdıkları görülüyor. Ayrıca 2020'de "Türkiye 100" listesine giren şirketlerin 24'ünün bir önceki yıl da bu listede olduğunu belirten Hisarcıklıoğlu, "bu performanslarını devam ettiriyorlar" değerlendirmesini yapıyor. (Ticaret Gazetesi, 24 Aralık 2020). Performansları güzel ama emeğin hakları bakımından da öyle mi acaba? Ayrıca, pandemi koşullarını atlatamayan şirketleri iflaslar (ve onların çalışanlarını işsizlik) bekliyor ve 2021 yılı bu açıdan daha da büyük çöküşlerin yaşanacağı bir yıl olacağa benziyor.

Nitekim, Plan ve Bütçe Komisyonu'na bilgi veren Gelir İdaresi Başkan Yardımcısı Ayşe Dilbay, kamu alacaklarında yeniden yapılandırma uygulamalarının geçmiş yıllardaki zayıf başarılarından bahsettikten sonra 31 Ağustos 2020 tarihinde çıkarılan son düzenleme bakımından vergi ve sigorta primi borçlusu yükümlülerin yapılandırılan borçlarını ödemekte çok daha kötü bir performans sergilediklerine dikkat çekiyor (BirGün, 14 Aralık 2020).

HANGİ MÜCADELE ALANLARI?

Kapitalizmi tüm olumsuz boyutlarıyla teşhir etmek, düzenin iktidar partilerinin son tahlilde küresel sermaye programının uygulama birimleri olduğunu kitlelerin bilincine kazımak, yani sonuç olarak kapitalizmi aşmaya dönük bir program etrafında örgütlenmek, bize göre sosyalist hareketler bakımından her zaman en öncelikli konu ve her zaman diğer kısa erimli mücadele gündemlerinin parçası olmak zorundadır.

2020'den aldığı yüklerle çok olumsuz başlayan 2021’de de istihdam sorunlarının önceliklerin başına yazılacağı ve yıl boyunca mücadelenin merkezinde işsizlikle savaş ve emekçilere gelir desteği talepleri olacağı söylenebilir. İşçi sendikaları yönetimlerini kendi üye tabanının ve ücret sendikacılığının dışına çıkmaya zorlamanın tam zamanıdır.

Sefalet ücreti düzeyini aşmayan asgari ücret konusunu gündemden düşürmemek; kayıt dışı istihdamı da kullanan sermaye kesiminin asgari ücretin daha da altına kayma eğilimlerine set çekmek; sığınmacılar ile kadın ve çocuk emeğine yönelik vahşi sömürü düzeneklerini açığa çıkarmak bu dönemin önem kazanacak mücadele başlıklarındandır.

"Ücretsiz izin" denilen sermayenin yasal safra atma düzeneğine karşı şiddetli tepkilerin örgütlenmesi yaşamsaldır. Bu mücadeleye işçi desteğinin sağlanması bakımından bu aşamada hem bunun hem de Kısa Çalışma Ödeneği tabanının en azından net asgari ücrete eşitlenmesi mücadelesi de verilmelidir.

Sağlık emekçilerine 2020'den daha güçlü bir biçimde sahip çıkılması da mücadele gündeminin önemli bir başlığıdır. Sağlık sisteminin silindir gibi ezdiği, yıprattığı, haklarını ödemediği, üstelik yeterli koruma sağlamadan ateş hatlarına sürdüğü sağlıkçıların davası hepimizin davası olmalıdır.

En azından üç haftalık tam kapanma gibi koruyucu sağlık önlemleri, tüm örgütlü hareketlerin (sendikalar, siyasi partiler) ortak eylem platformuna dönüştürülmelidir. Tedavi edici önlemler olarak hastane kapasitelerinin arttırılması, kapatılmış hastanelerin açılması, yorgun düşmüş sağlıkçıların hem personel hem haklar yönünden takviyesi talebi yükseltilmelidir. Halkın şu anda tek umudu olan aşı ve ilaçlar konusunda ise, bunların halka ücretsiz ve eşit koşullarda sağlanması talebi de ortak bir siyasi talebe dönüştürülmelidir.

2021 yılının sağlık ve eğitim başta olmak üzere en temel toplumsal hizmetlerin üretiminde bile halkı piyasa koşullarına teslim eden (ve aşı konusunda da teslim etmesi beklenen) bir sermaye iktidarının gerçek yüzünün kitlelere teşhir edilmesinde yeni bir aşama olmasını sağlamak gerekir. Bu, baskılara ve sömürüye karşı mücadelenin de bir parçası olacaktır.

Bir erken seçim olasılığına ve buna dönük bir mücadele hazırlığına ise enerji sarfetmemek gerekir. İktidar bloğu, salgına karşı mücadelede bir başarı sağlamadan, ekonomik çöküntüyü dizginlediği izlenimi vermeden bir erken seçimi göze alamaz. Zaten 2021 yılında buna ihtiyacı da yoktur. 2022 ise başka bir hikayedir.

2021'DEKİ YILDÖNÜMLERİ

20'nci yüzyılın ilk çeyreği önemli olaylara sahne olmuştu. Dolayısıyla önümüzdeki yıllar da birçok önemli olayın 100'üncü yıldönümüne denk gelecektir. Türkiye açısından Kurtuluş Savaşı yıllarının önemli tarihleri hatırlanacaktır.

Dünya ölçeğinden 1921'e bakıldığında hatırlanması gereken tarihsel yıldönümler de olacaktır kuşkusuz. Çünkü bugünkü dünya fena halde Birinci Dünya Savaşı sonrası koşullarını andırmaya başlamıştır. Sadece İspanyol Gribi ile Covid-19 salgınlarının 100 yıl arayla dünyayı kasıp kavuruyor olması bakımından değil.

A. Hitler'in 1921'de Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi başkanlığına geçmesi bu uğursuz paralelliğin önemli bir veçhesidir. 2020'ler dünyasında adeta benzer bir ünvanı haketmek için uğraşan bunca siyasi figür olunca kaygılanmamak elde değil.

Buna karşılık 100 yıl öncesinde iyimser gelişmeler de vardı:

Hindistan'da Mahatma Gandi'nin başlattığı sivil itaatsizlik hareketi bu döneme denk düşmekteydi. (Gerçi Modi'nin temsil ettiği Hindu faşizmi, bugünkü Hindistan manzarasını Türkiye'ninki kadar hüzünlü kılmaktadır.) Gene 1921, Şangay'da Çin Komünist Partisi'nin kurulduğu yıldı. Verem aşısının ve insülinin 1921'de bulunduğu da eklenebilir.

2021 yılının herkes için daha umutlu bir yıl olması temel dileğimiz. Ancak umudu canlı tutmak için mücadeleyi de canlı tutmak gerekiyor.