İnanmak ya da inanmamak evrensel bir haktır. Kimse bu hakkından dolayı ayrımcılığa, dışlanmaya ve şiddete maruz kalmamalıdır. Yeni Zelanda’da camide ibadet eden insanlara yapılan saldırının arkasındaki ırkçı ve gerici zihniyet ne ise, Maraş ve Çorum’da Alevileri katledenlerin zihniyeti de aynıdır. Sivas’ta 35 insanı Alevi, laik, aydın ve solcu oldukları gerekçesiyle yakan zihniyet ile Yeni Zelanda’da […]

İnanmak ya da inanmamak evrensel bir haktır. Kimse bu hakkından dolayı ayrımcılığa, dışlanmaya ve şiddete maruz kalmamalıdır.

Yeni Zelanda’da camide ibadet eden insanlara yapılan saldırının arkasındaki ırkçı ve gerici zihniyet ne ise, Maraş ve Çorum’da Alevileri katledenlerin zihniyeti de aynıdır.

Sivas’ta 35 insanı Alevi, laik, aydın ve solcu oldukları gerekçesiyle yakan zihniyet ile Yeni Zelanda’da 49 insanı müslüman ve Türk oldukları için öldürenler ideolojik yumurta ikizidir.

Beslendikleri kaynaklar, teolojik renkleri farklı olsa da ortaktır.

Irkçılık!

Dinsel ya da etnik ırkçılık!

Dinsel ve ırksal egemenliği halkın egemenliği yerine koymaya çalışan iktidar ve devlet ideolojileri bu kesimi besler. İktidarlarını sürdürebilmeleri için, etnik ve dinsel kimlikleri kutsallaştırarak, ötekine karşı bir “üstün olma” haline sokarlar.

Devlet ve iktidar ideolojilerinin etnik ve dinsel ırkçılık derslerinden mezun olanlar dünyanın neresinde olursa olsun, ötekine saldırır.

Dolaysıyla, dünyanın neresinde olursa olsun, acının yanında, ırkçılığın karşısında olmalı.

Hangi inanca, dine, kültüre, toplumsal kesimlere yönelirse yönelsin, acının yanında olmalı..

Çünkü şiddet yanında durulacak yer ya da olgu değildir. Karşında durmalıyız. Yeni Zelanda’da camilere, Cuma günü yapılan saldırı sonucu 49  insan alçakça katledildi. Tıpkı Sivas’ta yine bir Cuma günü vahşice insan yakmak gibi! Her ikisi de insanlık suçudur ve insanlığa karşıdır.

Ama daha da önemlisi ırkçılık, toplumsal adaletsizlikleri, eşitsizlikleri, sosyal ve ekonomik krizlerin üstünü örtmek için iktidarların elindeki kullanışlı ideoloji olduğunu her daim hatırda tutmalı. Yarattıları savaşların sonucu milyonlarca insanı mülteci ve sürgün haline getirenler, aynı zamanda mağdur ettikleri mültecilere karşı kutsal ideolojileri olan ırkçılığıda ikinci tokat olarak kullanmayı ihmal etmezler.

İnsan merkezli olmayan her kutuplaştırıcı, ayrımcı, ırkçı düşünce ve nefret söylemi toplumları bölüyor, öldürüyor ve kutuplaştırıyor.

Etnik ya da dinsel milliyetçilik ve ırkçılık üzerinden yetiştirilen kuşaklar farklı olan ile barış içinde kardeşçe yaşamıyı bilmiyor ve öteki olana yaşam hakkı tanımıyor.

Tarihi kendi üstün ırk ve dinsel kimliği üzerenden anlatanlar, tarihi kendi zalimlerine övgü, ötekine nefret, baskı, ayrımcılık ve zulüm olarak okuyanlar, ötekilerin katlini her daim vacip görmüşlerdir.

Tekçilik, ırkçılık, faşizm, mezhepçilik, dünyanın  neresinde olursa olsun, çok kültürlü yaşamı, kardeşliği, sevgiyi, eşitliği, adaleti yok ediyor.

İnanç özgürlüğünü ayaklar altına alıyorlar.

İnsanlığa dair tüm evrensel değerlerden oluşan toplumsal taşamda barışı, çoğulculuğu ve zenginliği katletmeye devam ediyor.

İşte o yüzden şair Ahmed Arif ‘Nerede bir can ölse, oralı olur yüreğim. Olmalı zaten. Olmazsa insan olmaz yüreğim…’ dememiş boşuna…

Yeni Zelanda’dan Sivas’a yaşamını yitirenlere saygıyla ve bir daha yenileri yaşanmasın diye, ırkçılığın her türüne ve gericiliğe karşı mücadelenin merkezine eşit haklar, eşit yurttaşlık için laik yaşam, laik siyaset talebini koymalıyız.