Akademi, entelektüel otoriteyi tekeli altında tutmaktaydı. Dolayısıyla, alternatif politik, felsefî ve dinî yelpazeden olanların üniversitelerde yükselmesi neredeyse imkânsızdı. Unutulmaması gereken bir başka faktör de Britanya üniversitelerinde atama ve kürsülerin politik ve dinî otoritenin kanatları altında şekillenmekte olduğudur.

Yeniçağ’da entelektüel var mıydı?

Derya Gürses Tarbuck

On sekizinci yüzyılda basılmış iki ünlü ansiklopedik yayına göz gezdirdiğimizde ‘intellectual’ (entelektüel) kelimesine kişilere atfedildiği anlamda rastlanmadığını görüyoruz. Bunlardan bir tanesi İngilizcede ilk büyük çaplı sözlük olan Samuel Johnson tarafından hazırlanan Dictionary olup, diğeri de İskoçya’da hayat bulmuş ünlü Encyclopædia Britannica yani Ana Britannica Ansiklopedisi’dir. Johnson tarafından hazırlanan sözlükte intellect kelimesinin “zihnî güçler ya da kabiliyetler” şeklinde anlamlandırıldığı görülüyor. Britannica Ansiklopedisi’nde de ‘I’ şıkkında intellectual kelimesine rastlamak mümkün değildir. Zaten Britanya düşünce tarihçileri kavram olarak adalarda ‘entelektüel’ diye bir tanım olmadığı ve günümüzde de Kıta Avrupası’nda tanımlanan şekilde bir entelektüel tanımına rastlanmadığını savunmaktadırlar. Entelektüel kelimesinin tarih boyunca değişik kullanımlarına bakılacak olursa, Oxford English Dictionary (OED) verilerinin gösterdiği kadarıyla, bu kelimenin kişilere atfen kullanıldığı ilk örneği 1652 yılında görmek mümkün. Benlowes’ın, Theophila eserinde “İlk entelektüeller kuşağı” olarak geçen bir tabire on sekizinci yüzyılda rastlamak mümkün olmamaktadır. Zira bundan sonraki kullanıma 1813 yılında rastlıyoruz. John Byron, güncesinde şöyle diyor: “Canning burda olacak, Frere ve Sharpe da, belki Gifford da... Bu entelektüelleri dinleyecek kadar iyi hissedeceğimi umuyorum.”


On sekizinci yüzyıl Britanya’sında, Türkiye’de sıkça kullanılan ‘aydın’ kelimesinin esin kaynağı olan, Enlightened ya da Fransızcadan alınan bir İngilizce terim olan Luminary’nin yine kişilere atfen kullanıldığını görmek mümkün değildir. Entelektüel aktiviteler ile haşır neşir olanlar için birtakım kelimeler kullanılmaktaydı. Bunların başında gelen Learned bilgili, bilgi insanı, Savant yine Fransızca’dan alınan bilimsel araştırma ile ağırlıklı olarak uğraşan bilgi insanı, Literati yazın insanı gibi anlamlara gelmekteydi. Ayrıca modern anlamda kullanıldığı şekliyle belirli bir konuda uzmanlaşma konusunda sınırlandırmanın olmadığı ama düşünsel olarak güçlü ve etkili bir kimliğe sahip olan entelektüel kavramı on sekizinci yüzyılda yeri olmayan bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Bu dönemin düşünce hayatında çoklu bir bilgiye sahip olmanın gerekliliğine inanan bir anlayış olduğunu gözlemek mümkün, yani bu özel bir gruba değil düşünsel faaliyetin her dalıyla ilgilenen ve her düşünürde olması gereken bir erdem olarak kabul edilmekteydi.

Dolayısıyla, Entelektüel günümüzde kullanıldığı şekliyle ki bu da coğrafyadan coğrafyaya değişmektedir, on sekizinci yüzyılda kullanımı olmayan bir tanımdı. Entelektüel fakültelerin kullanıldığı çalışma alanları, disiplinler çok belirli sınırlarla ayrılmadığı gibi; din, bilim, politika ve sanat dünyası birbiriyle bir şekilde bağlıydı. Örneğin; Isaac Newton, William Blake, William Wordsworth, Edward Gibbon, John Locke ve David Hume gibi kişilikler, tarihçiler tarafından belirli bir kategori olarak tanımlansa bile, yaşadıkları yüzyılda ilgi alanlarının geniş ve geçişli olması sebebiyle katı bir disiplinleşme olmadığından çok da ayrı çalışma alanlarının adamları olarak görülmemekteydiler. Buna göre David Hume’un ilgi alanları arasında metafizik, tarih, politik ekonomi olmakla birlikte John Locke, tıp araştırmaları, politika, felsefe ve ekonomi ile ilgileniyordu. Newton’un bilim adamlığı, din tarihi çalışmaları ve simyaya olan ilgisi paralellikler gösteriyordu. William Blake’in, sanatçılığı, şairliği, kozmolojiye olan ilgisi ve radikal politik tavırları ve mistik sembolizme olan ilgisi düşünür tavrının bütününü oluşturuyordu.

Bu yüzyılda aynı zamanda birtakım disiplinlerin formasyonu konusunda ilk adımların atıldığı birtakım gelişmeler de olmuştur. Buna örnek olarak linguistik (dilbilim) ve jeoloji verilebilir. Bu tespiti yaparken temkinli olmak gerekmektedir zira, psikoloji erken 20. yüzyıl; fizik, biyoloji, jeoloji geç 19. yüzyıla kadar tam olarak özerk bir hâle gelmemişlerdir. Özellikle felsefe diyebileceğimiz düşünce alanını dinden ayırmak mümkün değildi. Bu durumda entelektüel aktiviteye 18. yüzyılda dahil olan kişilerin birçok alanda kapsamlı bilgi sahibi olması şarttı denilebilir.

Britanya’da akademik cemiyetin otoritesinin önemli bir yer tuttuğunu belirtmek bu noktada önem kazanıyor. Oxford, Cambridge, Edinburgh gibi üniversiteler, ivory tower (fildişi kulesi) statüleri ile akademik dünyayı tekelleri altına almaya bu yüzyılda da devam etmişlerdir. Akademi, entelektüel otoriteyi tekeli altında tutmaktaydı. Dolayısıyla, alternatif politik, felsefî ve dinî yelpazeden olanların üniversitelerde yükselmesi neredeyse imkânsızdı. Unutulmaması gereken bir başka faktör de Britanya üniversitelerinde atama ve kürsülerin politik ve dinî otoritenin kanatları altında şekillenmekte olduğudur. Ünlü İskoç düşünür David Hume (1711-76), sisteme aykırı dinî ve politik şüpheciliği yüzünden düşünceleri ve yayınları ile akademik kariyerinin başlarında şimşekleri üstüne çekmeye başlamış ve Edinburgh Üniversitesi’nde kürsülerden bir tanesine atanması konusunda uzun süren bir politik tartışmaya sebep olmuştu. Hume’un, Edinburgh Üniversitesi Etik ve Felsefe kürsüsüne olan başvurusu başarısız olunca bir süre işsiz kaldığı bilinmektedir.