Unutanlara hatırlatalım.

AKP elitleri, bugün kullandıkları argümanları kullanarak 2010 referandumu ile Anayasa’nın özellikle yargıya ilişkin hükümlerini değiştirdi. ‘’Demokratikleşeceğiz’’ dediler, ‘’Yargıyı dedelerden temizleyeceğiz’’ dediler, ‘’Kürt sorununu çözeceğiz’’ dediler, ‘’Askeri vesayetle hesaplaşacağız’’ dediler, ‘’12 Eylül’den hesap soracağız’’ dediler, daha bir sürü şey dediler. Çok değil 3 yıl geçmeden halkın lehine ileri sürdükleri tezlerin tamamı çöktü.

Hadi bunlar unutuldu diyelim; bir de TBMM de Anayasa macerası var.

2011 Haziran seçimlerinin hemen sonrasında TBMM bünyesinde Anayasa Uzlaşma Komisyonu kuruldu. İlk toplantısını 19 Ekim 2011 tarihinde yaptı. 15 maddelik çalışma usulü belirledi. Uzlaşı ile kabul edilen usulün 15. maddesi, “Komisyonun görevi, Anayasa teklifinin Genel Kurul’da kabul edilip kanunlaşmasıyla veya siyasi partilerden birinin çekilmesi ya da çekilmiş sayılması ile sona erer. En az üç toplantıya mazeretsiz katılmayan siyasi parti, Komisyondan çekilmiş sayılır” diyordu.

Yaklaşık iki yıl sürdürdü komisyon çalışmalarını. 2013 başlarında Erdoğan’ın “Türk Tipi Başkanlık” dayatması ile AKP’li üyeler görüşülen maddelere “Başkanlık” şerhi koymaya başladılar. Böylece rejim/sistem tartışması başlatarak, fiilen yeni anayasa yapım sürecini bitirdiler. Bunun üzerine bir de Erdoğan süre dayatarak, “Bitmemesi halinde, AK Parti’nin bu konuda yaptığı çalışma Meclis gündemine taşınacaktır. İnşallah Meclis gündeminde bizim yeni anayasa tasarımızı böylece orada halkımıza, milletimize sunmuş olacağız. Eğer biz parlamentoda beklediğimiz desteği aldığımız anda bunu gündeme getiririz, referandum gücünü yakaladığımız anda da biz millete gideriz” dedi.

Nihayet AKP’li üyelerin 3’üncü kez toplantıya mazeretsiz katılmamaları üzerine komisyon, 25 Aralık 2013 tarihinde tamamen dağıldı.

Dün konuşan Erdoğan yeniden Anayasa çağrısı yaptı. “Esasen tüm bu sıkıntıların temelinde mevcut anayasanın yattığını herkes kabul ediyor. Buna rağmen meseleyi kişiselleştirenler Türkiye’nin ihtiyacı olan anayasaya kavuşmasını da engelliyorlar… Gelin biz milletçe bu üzümü yiyelim, anayasamızı yapalım. Bir darbe anayasasıyla biz geleceğe yürümeyelim. Milletin anayasasıyla geleceğe yürüyelim. Mesele bu. Yeni anayasa meselesi tam anlamıyla aslında bir memleket meselesidir. Türkiye tarihinde ilk defa kendine siyasetçilerin iradesiyle bir sivil anayasanın yapılabileceği dönem açıldı. 1 Kasım’da önümüze açılan yeni dönemi hep birlikte en iyi şekilde değerlendirmeli ve fırsata çevirmeliyiz.

Sanırım bu çağrının AKP için emir olduğunu hepimiz kabul ederiz. Emir olmasa bile nerede ise siyaseten tek bir doğru üzerinde bile anlaşamayacak kadar bölünmüş bir siyasi iklimde, ortak doğru ve kaygılarını kaybetmiş bir ülkede bunun toplumun ihtiyacı olan “üzüm” olmayacağı açık. Çağrıyı yapanların tek amacının şu ya da bu tipte “Başkanlık” adı altında, islamcı/despotik yönetim tarzlarını hukuki güvenceye almak olduğu konusunda kimsenin tereddüdünün olmaması gerekir. AKP dahil partilerin kendi içlerinde bile çözemedikleri her bir tartışma başlığı, sorun çözme yerine mevcut kamplaşmaları konsolide edecektir. Ama AKP’ye tam bir can simidi olacaktır. 13 yıldır tek başına iktidar olduğunu unutturup, ikinci bir “istikşafi” oyalamanın açtığı alanda at oynatacaktır.

İlginç olanı, mevcut anayasayı bile askıya alan bir partiyle pragmatik açıdan bile fayda sağlamayacağı açık olan anayasa tartışmasına muhalefetten bazı isimlerin çok gönüllü olması.

AKP elitleri ile anayasa yapmaya, hatta anayasa tartışmasına girişmek tüm suç ve günahlarını temize çekmeye hizmet eder. Faşizmin yerleşmesine hizmet eder.

Yapılması gereken “Anayasa” dediklerinde ihlal ettikleri yeminlerini, tutuklu gazeteci ve öğrencileri, seçim zamanı TRT yayınlarını, barışçıl gösterilerde öldürdükleri gençleri hatırlatmak. Bırakın anayasayı, yönetmelikle çözülebilecek sorunları sıralayıp, ‘’Bunların çözün sonra görüşürüz’’ demek.