Gölge; sanatsal gerçekliğin yeniden üretilmesi için gerekli olan tekniklerden biri. Saydam olmayan bir cisim tarafından ışığın engellenmesiyle ışıklı alanda oluşan karanlık. Fotoğrafta ışığı kullanarak gölge oluşturulması derinlik katar, görsele hareketlilik sağlar. Resimde gölge kabaca bir şekli cisimlendirmek için, onun ışık almaması gereken yerlerine vurulan az çok koyu renk. Mecazen ise; yetkisi olmadığı hâlde etkili olan; gölge başkan, gölge kabine gibi. Birinin yanından hiç ayrılmayan kimse. Koruma, himaye etme gibi. Birinin gölgesi altında yaşamak ‘gölge olmak’; sosyal hayatta bazılarının ve birilerinin derinliğinde kaybolup gitmek. Bu durumda gölge olmak isteyen her neyse ve kimse kendinden vazgeçmeyi, sürüklenmeyi, kılıktan kılığa girebilmeyi seçen kişi. Geçen hafta yazımda bahsettiğim medya, siyaset, sanatçı ve aydın dalkavukları buraya girer.

Bir başka anlam da C.G.Jung’dan: Bastırılan ve bilinç dışına itilenlerin yok olmayıp, insan ruhunun gölge olarak bilinen kısmında saklandığını kabul eden ‘insanın gölgesi’. “Herkes bir gölge taşır ve bu gölge kişinin bilinç düzeyinde ne kadar az yer bulursa o kadar karanlık ve yoğun olur.” Gölge, kişinin ışık altında olmayan, karanlık yüzü. Ego kişiliği tehdit eden ahlâki bir problem.” “Hiç kimse üzerinde ciddi olarak uğraşmadan gölgesinin farkına varamaz ve onun farkına varmak demek kişiliğin karanlık yüzünü karakterinin bir parçası olarak kabul etmek demektir. Bu kabullenme kendimizi tanımak için gereklidir fakat kural olarak da her zaman bir iç direniş (inkâr ediş) ile karşılaşır.”

Platon, karanlık bir mağarada, mağaranın kapısına arkaları dönük olarak oturmaya mahkum insanlardan bahseder. Zincirlenmiş, başlarını arkaya çeviremeyen bu insanlar, mağaranın kapısından içeri giren ışığın aydınlattığı karşı duvarda, kapının önünden geçen şeylerin gölgelerini izlemektedirler. İçlerinden biri dışarı çıkıp gölgelerin asıl kaynağını görür. Ancak içerdekilere duvarda gördüklerinin zâhiri, asıl gerçeğin mağaranın dışında olduğuna inandıramaz. Mağaraya zincirlenmiş insanlar; toplumun parçası olan ancak bireyselleşmemiş, farkındalığı gelişmemiş kişilerin temsiliyetidir. Zincir; toplum içerisinde bireyi sınırlayan kalıplar, dogmalar, kurallardır. Sürü psikolojisinde olanlar gölgelerle hayatlarını geçirirler. Ancak sorumluluk alıp düşünenler ve mağara dışına çıkıp eyleme geçenler zincirlerinden kurtulur.

İmdi; bir de Batıda bilinen adıyla Phoenix ya da kuşların hükümdarı olan Simurg’dan bahsetme zamanıdır. Bilgi Ağacı’nın dallarında yaşayan ve her şeyi bilen bu kuşun özelliği yanıp kül olarak ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesiymiş...

Kuşlar Simurg’a inanır, kendilerini kurtaracağını düşünürlermiş. Her şey ters gittiğinde Simurg’u bekler olmuşlar. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe umudu kesmişler. Bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş. Tüm kuşlar hep birlikte Simurg’un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler. Ancak Simurg’un yuvası Kaf Dağı’nın tepesindeymiş. Oraya varmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş. Yorulanlar, vazgeçenler olmuş. Kimi aşk denizine, kimi ayrılık vadisine, kimi kıskançlık gölüne dalmış. Önce bülbül güle olan aşkını hatırlayıp geri dönmüş, papağan güzelim tüylerini bahane etmiş -oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış-, kartal yükseklerdeki krallığını bırakamamış, baykuş yıkıntılarını, balıkçıl kuşu bataklığını özlemiş. Kaf Dağı’na vardıklarında geriye yalnız otuz kuş kalmış. Ulaşanların her biri Simurg gibi küllerinden yeniden doğmuşlar!

Batıda Phoenix bir başka adıyla Simurg ya da Zümrüt-ü Anka Efsanesi’nin dini yorumları da var. Herkes istediği yerden okur. Devrimci sloganları da sahte gözyaşlarının eşliğinde sarfeden olmadı mı? Geçelim, biz işimize bakalım.

Birilerinin gölgesi olmaktan kurtulmadıkça ya da içimizdeki gölgeyi aydınlığa çıkarmadıkça mağaralarımızda ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız. Kendi içimizde bizi bize esir eden yanlarımızı farketmedikçe, birbirimize omuz vermedikçe bunu başaramayacağız. Oysa şimdi tam da katillerin, hırsızların karşısında yeniden doğmak zamanıdır.