Dolar 2018 yazının karabasanlarını hatırlatırcasına saat başı rekorlar kırıyor. Bu yazı kaleme alınırken ulaştığı 9.17 lira düzeyi, 2021 girerken 7.43 liraya göre yüzde 23.5’lik bir yükselişi temsil ediyor. Döviz kuru hareketlerinde belirsizliği artıran daha sakıncalı durum, kurların tahterevalli gibi bir inip bir çıkmasıdır. Hatırlanırsa Naci Ağbal Mart 2021’de görevden alınmadan önce 7.20’ye gerileyen dolar Şahap Kavcıoğlu’nun TCMB başkanlığına atanmasıyla bir anda 7.80 liraya fırlamıştı.

Dövizdeki felaketin son perdesi Şahap Kavcıoğlu’nun 8 Eylül’de o ana kadar esamisi okunmayan ‘çekirdek enflasyonu’ telaffuz etmesiyle başladı. Bu ifadeden yaklaşan Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında faiz indirimine gidileceği sonucu çıkarıldı. Çünkü Ağustos ayı enflasyonu yüzde 19.25 çıkmış yüzde 19 olan politika faizinin Saray’ın isteği üzerine aşağı çekilmesinin bir gerekçesi kalmamıştı. Dolar kuru 8 Eylül’den başlayarak toplantı gününe kadar kademeli olarak 8.60’a kadar çıktı. Nitekim PPK toplantısında faizlerin 100 baz puan indirilmesiyle birlikte liranın değer kaybı ivme kazandı.

Bu noktada ‘mutlaka pozitif reel faiz verilmeli yatırımcıların yüksek faiz beklentileri karşılanmalıdır’ gibi bir saplantımız olmadığını vurgulayalım. Aksime planlı bir ekonomide üst gelir gruplarının tasarrufları yüksekse, gelir dağılımı bozuksa, negatif reel faiz ortamı savunulabilir. Gelgelelim bugün Türkiye’de olduğu gibi sıcak paranın elini kolunu sallayarak girip çıkmasına izin veren, yerleşiklerin lira-döviz arasında kaptı kaçtı oynamasını meşru kabul eden bir kambiyo rejiminiz varsa, zorlamalı faiz indirimleri felaket getirir. Nitekim de öyle oluyor.

Dövizde yeni bir hareket için Şahap Kavcıoğlu’nun ‘kurun faiz indirimiyle ilgisi yok’ demecini beklemek gerekecekti. Döviz kuruyla faiz arasındaki bağlantıyı görmek için ekonomist olmaya gerek yoktu. Kur hareketlerini izleyen sade bir yurttaş rahatlıkla faiz indiriminin kur artışlarını nasıl tetiklediğini görmekteydi. Kimse haliyle Kavcıoğlu’nun kendi özgür iradesiyle hareket ettiğini düşünmüyordu. Ancak gerçeklerden bu denli kopuk temek ekonomi demeçlerinden bu denli yoksun demeçler, olsa olsa Saraydan gelen talimatlara bir kulp takmak şeklinde yorumlanabilirdi. Bu garip demeç de 21 Ekim PPK toplantısında yeni bir faiz indiriminin kapıda olduğunun alameti sayıldı ve dolar kısa sürede 7 liranın üzerine tırmanıverdi.

Derken 13 Ekim gecesi Resmi Gazete’de iki başkan yardımcısı ve bir PPK üyesinin görevden alınması kararı yayımlandı. İşin ilginç yanı başkan yardımcılarından Semih Tümen iyi bir kariyere sahipti ve Kavcıoğlu’nun yerine başkanlığa getirileceği haberleri yayılmaktaydı. Üstelik göreve atanalı sadece 7 buçuk ay olmuştu. Bu hamleler TCMB içinde önümüzdeki toplantı için bir fikir ayrılığı bulunduğu şeklinde yorumlandı. Zaten bir kuruldaki üyelerin farklı fikirlerini yaklaşımları olması doğaldı ve o göreve bunları dile getirmek için atanmış olmaları gerekirdi. Yalnız şu ana kadar tüm PPK toplantılarında kararlar oy birliğiyle alınmış, üyelerden hiçbirinin para politikalarına ilişkin fikirleri kamuoyuna yansımamıştı. Politikalarına ilişkin fikirleri kamuoyuna yansımamıştı. Halbuki kurumsallaşmış MB’lerde, örneğin Amerikan FED’de Federal Açık Piyasa Komitesi’nde (FOMC) üyeler farklı yönde oy kullanabildikleri gibi, görüşlerini gerekçeleriyle paylaşırlar. Böylece alınana kararların şok etkisi yapmaması, piyasaların yumuşak geçişe hazırlanması da sağlanmıştır.

TCMB’deki son atamalar keskin örneğin yüzde 2-3 lük bir faiz artışı veya yüzde 1 ile sınırlıda kalsa seri halinde faiz artışları şeklinde yorumlandı ve dolar kuru 9.20 liraya dayandı. PPK’ye yeni atanan Yusuf Tuna’nın , ‘Merkez Bankası’nın’ faizleri yarım puan değil de 2 ve 3 puan aşağı düşürmesi gerekir. Bu dövizi tetiklemez. Türkiye’nin döviz sorunu "yok" şeklinde uçuk görüşlere sahip olması da endişeleri artırdı.

Bu arada 23 Eylül faiz indirimi sonrasında sadece döviz kurları değil, tüm ekonomik göstergeler bozuldu. Bu ülkenin kredi riskinin ölçüsü CDS eylül başından 365 puan iken, PPK toplantısı ertesinde 396 puana yükseldi. 14 Ekim günü ise 453 puana kadar fırlamıştı. Tüm dünyada yakından izlenen bir gösterge olan 10 yıllık devlet faillerinin faizi yüzde 18’den yüzde 19.79’a kadar sıçrama gösterdi. Türkiye’nin 5 yıl vadeli euro tahvillerinin faizi de yüzde 58’i bulduk. TCMB’nin faizleri indirmesi, para aktarım mekanizmasında zaten doğal bir gevşemeye yol açmıyor, tam aksine risk algısı artınca banka kredisi faiz oranları düşmek yerine yükseliyor.

Merkez Bankası’nın brüt rezervleri IMF’den gelen 6.4 milyar dolar Özel Çekme Hakkı’nında etkisiyle 123.5 milyar dolara yükselmiş bulunuyor. Net rezervleri eksi de olsa, bu gerekirse piyasaya müdahale edebilirim güveni veriyor. Döviz kurlarının şimdiki düzeyi 21 Ekim’de yüzde 1’i aşkın bir faiz artışını fiyatlamış görünüyor. Yüzde 1 ile yetinilmesi halinde bile kurlarda bir miktar gevşeme beklenebilir. Yerli rantiyelerin kurlar yükselince belli ölçüde döviz bozdurmaları da belli bir rahatlama yaratabilir. Ama her halükarda kurların bu yüksek düzeyi sade yurttaşa daha yüksek enflasyon dönecektir. Gıda ve enerji fiyatlarının tüm dünyada artış göstermesi kur hareketi ile birleşince özellikle dar gelirli insanlarımızın kabus gibi bir kış geçirmeleri anlamına gelecektir. Gerek kamunun gerekse özel sektörün döviz borçlarının maliyetini artırarak iflasları tetikleyebilecektir. Neyse ki Cumhurbaşkanımız ekonomist! Yoksa bilesiniz ki halimiz haraptı!