Elbette afetin bir cinsiyeti yoktur; fakat afeti daha ağır yaşayan bir cinsiyet vardır.

Yeniden inşa edilecek yaşamda cinsiyet körü olmayan afet planları: Depremin cinsiyetini görmek

Dr. Dilek BULUT - Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi

Arendt’in o sözleri tam da bu büyük felaket günleri için söylemiş gibi yeniden okuyorum. Diyor ki “tarih bize sefaleti seyretmenin insanda ille de acıma duygusunu uyandırmadığını öğretmek için vardır…” tam da böyle bir durum içinde olmanın kederi çöreklenmiş içimde. “Bu kadar da olmaz denilenin” daha ötesinin olduğunu, sıradanlaşan kötülüğün nasıl da iktidar sahiplerinin doldurduğu alanlarda yuvalandığını görüyoruz. Biliyorduk da bu kadar da olmaz diyorduk. Oldu…


Deprem kuşağında olan ve tarihinde onlarca büyük deprem yaşamış bir ülkenin, bu sorunu öngörüp önlemler almasından daha önemli bir sorumluluğu ve görevi var mıdır? Bu haliyle bile deprem politiktir; Ancak işin içinde kocaman bir sermaye birikim süreci varsa her şey, depremin felakete neden olması, depreme müdahale ve sonrası da politiktir. Ne kaderle ne de metafizik duygularla açıklanamayacak kadar acı ve derin bir gerçekle karşı karşıyayız. İyileşmeye biraz da yaşanan süreçle ilgili hesaplar sorulabilir adalet sağlanabilirse başlayabileceğiz, kadere bağlanıp sorumluluk alınmadıkça içimizde çöreklenen acı öfke ile birlikte daha da büyüyecek.

6 Şubat'ta yaşanan Kahramanmaraş merkezli 11 ili etkileyen, yaşamı altüst eden deprem ile yüz binlerce insan evsiz kaldı. On binlerce insanımızı büyük siyasi ihmaller ve sorumsuzluk nedeni ile kaybettik. İnsanlar yuvalarını yurtlarını kaybettiler ve barınma, mahremiyet, güvenlik hakkından yoksun kaldılar.

Organizasyonsuzluk, tek bir merkezden beklenen emir yaşanan afetin bir felakete dönüşmesine neden oldu. Depremin ikinci ayında çadır, konteynır sorunu devam ederken günlük ihtiyaçların giderilmesi, hijyen ve olası salgın hastalıklara karşı elzem, en temel ihtiyaç olan suya ulaşım bölgede önemli bir sıkıntı. Siyasi iktidar bütün beceriksizliği ve basiretsizliği ile yönetilemez bir durum içinde halkı kendi başına bıraktı. Katman katman acısını bir yana bırakıp, isyanını gözlerine yansımış bir biçimde halk, yüzyılın en büyük dayanışması ile “bize bizden başkasının faydası yok” bilgisi ile birbirinin çaresi olmaya çalışıyor.

Elbette afetin bir cinsiyeti yoktur; fakat afeti daha ağır yaşayan bir cinsiyet vardır.

Ülke pandeminin ardından hükümetin uyguladığı, sorumsuz ekonomik politikalar nedeni ile ağır bir yoksulluk yaşarken deprem oldu. Bu süreci zaten en ağır biçimde yaşayan kadınlar şimdi çok daha çetin koşulların içinde yaşam mücadelesi veriyorlar. Pek çok çalışma ve yaşanan afet, kriz ve savaş durumlarında kadınların varolan toplumsal cinsiyetten kaynaklı eşitsizlikler nedeni ile afet süreçlerini çok daha ağır yaşadıkları, varolan eşitsizlik ve ayrımcılığın kriz anlarında daha da belirginleşip derinleştiğini, kaynaklara erişilebilirlik konusunda erkekler ile kadınlar arasında bir eşitsizliğin olduğu gösteriyor.

Yine araştırmalar kadınların afet sırası ve sonrası süreçte şiddet, taciz, tecavüz vakalarına uğrayabildiği; güvenlik sıkıntıları çektikleri, yorgunluklarından ve yalnızlıklarından faydalanmak isteyen erkeklerin bu durumu fırsat olarak gördüğünün altını çizmekte.

Deprem sonrası kadınlar, çocuklar ve LGBTİ+lar açısından; yaşam bir kaosa dönüştü, kaybolan mahremiyet, güvenli alanın kaybedilmesi, psikolijik travma, yoksulluk ve yoksunluk yaşıyorlar.

Bu süreçte sağ kalanlara bakmanın sorumluluğu, yerleşmiş toplumsal cinsiyet rolleri nedeniyle kadınlarda olacak. Verilirse çadır ve bulursa konteynırlarda suya erişmek, yemek almak, çocuklara, yaşlı ve engellilere bakmak ev içinde olduğu gibi yaşamın yeniden üretimi, bu travma altında yaşamaya çalışan kadınların görevi olacak. Ev işleri çadır işlerine dönüşecek.

İstismar ve şiddete açık bir ortam söz konusu olduğu için özellikle çocukların güvenliği konusunda ciddi endişeler var. İstismarcı karanlık tarikat ve cemaatler çocuklarımızın peşine düşmüş durumda, kadınlar çocuklara sahip çıkmak zorunda. Yoğun stres altında olan ve travma yaşamış kadınların psikolojik desteğe ihtiyaçları var. Enkazdan kurtulanların %70’nin yaşamının geri kalanını engelli geçireceği tahmin ediliyor. Kendilerinin de pek çoğu engelli olabilecek kadınları çok daha zor zamanlar bekliyor.

Yaşamın her alanı politiktir. Eşitsizlik, yoksulluk, şiddet ve deprem de politiktir.

İstanbul Sözleşmesi toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısının yapısal dönüşümünü olanaklı kılacağı, tüm kamu kurumlarına sorumluluk vereceği için biriciğimizdir; “İstanbul Sözleşmesi Bizim”, “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” ve “İstanbul Sözleşmesinden Vazgeçmiyoruz” dememizin nedenleri bir kez daha afet döneminde billurlaştı.

İstanbul Sözleşmesini bir gecede kaldıranlar cinsiyet körü olmayan afet planlarının kadınlar açısından ne kadar yaşamsal olduğunu bilmiyorlar elbette.
Eğer o çok korktuğunuz, İstanbul Sözleşmesinin hükümlerini uygulasaydınız, toplumsal cinsiyet eşitliğine sahip çıkıp kurumsallaştırmış olsaydınız;
Oluşturulacak çadır kentlerde ve konteyner alanlarında toplumsal cinsiyet bakış açısına göre bir düzenleme yapmış olurdunuz. “Kadın ve erkek eşitliğinin fıtrata aykırı” olduğunu söyleyenlerin yapılan ve yapılacak afet planlarının bu bakış açısına sahip olmadığını biliyoruz.

Yaşam alanlarının ışıklandırmasının, geçici barınma alanlarında bir sorumlusunun olmamasının ve bu sorumlunun kadın olmasının, çadırların içindekileri göstermemesinin güvenlik açısından önemini; mahremiyet ve hijyen açısından mobil tuvaletlerin önemini, hazırlanan yardım paketlerinde ped, çocuk bezi, tarak, cımbız ve kondom, doğum kontrol hapının olmasının gereğini anlamasını beklemiyoruz.

Toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısı için çaba gösterseydiniz, yapılan afet planlarında özellikle yalnız kadınların, LGBTİ+ların uğrayabilecekleri taciz, şiddet ve istismar için önlemler almak aklınıza gelebilirdi. Onlara öncelikli barınma alanları sağlardınız. Dahası bu sizin göreviniz olurdu.

Toplumsal cinsiyet eşitliğine odaklanmış yapısal politikalar kadınların bulaşık, çamaşır gibi çadır işlerinin çocuk, yaşlı ve engelli bakım yükünün bu yoğun travma altında kalmaması için anında çözüm üreten bir aklı devreye sokardı. Parmak sallamak yerine emzirme odaları, çocuklar için aktivite alanları, psikolojik danışmanlık gibi destekleri, depremden etkilenen kadınların, çocukların, yaşı nedeniyle bakıma ihtiyaç duyanların, engelli bireylerin koşullarının iyileştirilmesini hedefliyor oldurdunuz.

Bölgedeki kadınların farklı kültürel alışkanlıkları, farklı kültür, inanç ve dilleri olduğunu, her birinin farklı olma, ama kadınlık ortak noktasında öncelikli, görünmeyen ihtiyaçlarının olabileceğini, dayanışmayı olanaklı kılan, sosyalleşmeye olanak veren, toplumsal cinsiyet odaklı, güvenli alanların kurulmasının gerekliliği afet hazırlık planlarınızda yazardı.

Yapmadınız…

DAYANIŞMANIN EŞİTLİK BÜYÜSÜ

Yaşadığımız bu katman katman acıyı tam anlamıyla yaşayamadık daha; enkazların altında kalan canları kurtarmanın, çadırları kurmanın, sıcak çorbaları dağıtmanın, soğukta kalanların üstünü örtmek için çırpınıyor binlerce insan. Acı ise bir yerde demleniyor.

Dayanışmayı sürdürmek için çok uzun ve ısrarlı bir zamana ihtiyacımız var. Dayanışma bir heves değil. Merhamet duygusunu aşan, eşit olanı, özgürlüğü yaratacak olanı dirençli bir dayanışmayı kurmamız gerekiyor.

Ancak;

Bilimin önlem almaya çağıran sesini duymaya, doğa ile uyum içinde bir yaşama yönümüzü dönmeliyiz. Meslek örgütleri başta olmak üzere toplumsal dinamiklerin katılımını içeren, toplumsal cinsiyet körü olmayan afet eylem planlarının yapılmasının şart olduğunu biliyoruz. Ama asıl olan toplumsal cinsiyet rollerinin, patriyarkanın ve rant odaklı sistemin yerine yeniden bir düzeni ve hayatı kurmaktır.

Uzun sürecek bu zor zamanlarda sürekli ve istikrarlı planlara gereksinimimiz var. Hükümeti sosyal devlet olarak sorumluluklarını yerine getirmeye çağırmak, yıllardır toplanan vergilerin, şovlarla yapılan yardımların, Kızılay’ın depolarındaki çadırların, battaniyelerin ve her türlü malzemenin ne olduğunun hesabını sormak görevimiz. Bunca kaynağın kamusal hizmetler olarak verilmesini zorlamak, hak ihlallerini, yapılan ve yapılmayanlar konusunda raporlar tutmak, bunları mor defterlerimize yazmak boynumuzun borcu.

Yeni imar afları ile kaybedeceğimiz canlara tahammülümüz, yeni acıları kaldıracak gücümüz yok artık. Olmamalı bir sonraki enkazın altında kalmak istemiyorsak…

Yeni bir yaşamı dayanışma ve direncimizle kuracağız.

KAYNAKÇA:

1Hannah Arent, Devrim Üzerine, İstanbul:İletişim Yayınları, 2012.
2Cannon, 1994: 14.
3Twigg, 2015; Boz ve Şengün, 2017; Enarson, 2014.