Üretici birliklerini, kooperatifleri desteklemek ve kırsal kalkınmayı sağlamak için ihtiyaç duyulan tek bir şey var; siyasi irade. Türkiye, üreticisini yok fiyatlara mecbur edip işsizler ordusuna dahil etmek ile kooperatifler ve üretici birliklerini destekleyerek kalkındırmak arasında bir tercih yapmak zorunda

Yeniden kooperatifleşme ve ‘İzmir Modeli’

Ulaş Aydın @ulasaydin

“Desteklemekten onur duyduğumuz Bayındırlı çiçek üreticileri, dünya pazarında yüzde 49 payı olan Hollanda’ya çiçek tohumu satmaya başladı.”

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun paylaşmış olduğu bu Twitter mesajı ve henüz birkaç hafta öncesinde şehrin merkezine Tire’den, Torbalı’dan, Bayındır’ın köylerinden getirilmiş gün batımında körfezi seyreden inekler, koyunlar, keçiler ve Basmane Meydanı’ndan Alsancak’a Yerel Üretim Şöleni’ne yürüyen binlerce köylü, İzmir’in sıra dışı tarımsal kalkınmasının kaleme alınması gerektiğini çoktan düşündürmüştü. İzmir köylüsüne dağıtılan hayvanlar, bir kalkınma mucizesinin sevimli örnekleri olarak kentlilere sergilenmiş, İzmirli üreticiler yetiştirdikleri ürünleri o gün kentlilerle paylaşmıştı.

Ülkenin Batı’ya açılan kapısı, modern Cumhuriyet’in simge kenti ve politik olarak da en güçlü temsilcisi İzmir; kentlilere sunduğu özgür ve demokratik yaşamın dışında önemli bir kalkınma modeli de sunuyor. “Komünist modeli” denilerek yıllarca anti-propaganda faaliyeti yürütülen, reddedilen, kamu kaynaklarından ve kamunun itici gücünden faydalanamayan kooperatifler uzun zamandır İzmir’de örnek işler çıkartıyor. “İzmir Modeli” olarak da tanımlanan, 2007 yılında İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin tarımda kırsal kalkınma hedefiyle uygulamaya koyduğu üretim modeli esasında kooperatifleşme ve kamu gücünün kooperatifleri desteklemesi dışında başka bir şey değil. Fakat bu modelle, İzmir’in Türkiye ortalamasının çok üstünde bir tarımsal üretime ulaştığına tanık oluyoruz. Bugün Türkiye yüksek gıda fiyatlarını, tarım ürünlerinin ithalini kolaylaştıran gümrük kararlarını, beraberinde kırdan kente göçü, işsizliği ve yüksek enflasyonu konuşurken; İzmir, kırsalından merkezine gelen doğal sütü, peyniri, yoğurdu, fidanı, çiçeği, balı, zeytinyağını konuşuyor. Bunun istatistiklere yansıması ise şöyle; 2002-2014 yılları arasında Türkiye’de tarımsal büyüme yüzde 2,1 oranında gerçekleşirken İzmir’de bu oran yüzde 5,3 oldu. İzmir tarımı, Türkiye tarımından iki kat daha fazla büyüdü.

İzmir tarımı, bu mucizevi büyümeyi “komünist modeli” denilerek sırt çevrilen tarımda kooperatifleşme modeliyle gerçekleştirdi. İzmir Büyükşehir Belediyesi, Tire’de köylülerin kooperatife verdikleri sütü satın aldı ve “Süt Kuzusu” isimli bir proje kapsamında kentin 150 bin çocuğuna ücretsiz dağıttı, dağıtmaya da devam ediyor. Bugün İzmir’de mülteci çocuklar da dahil olmak üzere 1-5 yaşları arasında 150 bin çocuk her gün kapılarına kadar getirilen doğal köy sütünü ücretsiz içiyor. Bu yolla Tire, Bayındır, Torbalı bölgesinde üreticiler hayvanlarını satmak zorunda kalmıyor, değerinde sütünü yine kendi kurmuş oldukları kooperatif üzerinden belediyeye satıyor. Bu şekilde büyüyen Tire Süt Kooperatifi artık büyükşehirlerdeki marketlere süt, peynir, yoğurt ulaştırabiliyor. 2015 yılında Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü tarafından “Kırsalın Refahının Artırılması Ve Sosyal Koruma Başarı Ödülü”ne layık görülen Tire Süt Kooperatifi dünyaya örnek gösteriliyor.

İzmir, yalnızca hayvansal üretimde değil bitkisel üretimde de kooperatifleşmeyi ve üretici birliklerini destekliyor. 2007’den bugüne İzmir’de üretici kooperatiflerini üye sayılarında yüzde 161, çalışanlarında ise yüzde 616 oranında artış sağlandı. Son kooperatiflere yapılan ödeme 263 milyon TL’yi aştı ve kooperatif ürünlerinde yüzde 225 büyüme sağlandı. Bayındır çiftçisinden ve küçük ölçekli aile işletmelerinden kooperatifleri üzerinden alınan çiçekler, Bademli’den alınan fidanlar İzmir’in peyzajını süslüyor. İzmir caddelerinde ithal bitkiler kullanılmıyor, bitkilerin çok büyük bir bölümü kooperatifler aracılığıyla İzmir üreticisinden sağlanıyor. İşte yazının girişindeki Twitter mesajına konu çiçek tohumunun öyküsü de buradan başlıyor.
Bugün İzmir’de önemli ölçüde kırdan kente göç durduruldu, İzmir kırsalının nüfus artış oranı, İzmir genelini geçti. Zaten son derece yüksek olan işsizlik rakamlarının daha yükselmesi kısmen engellendi. Bu durum sadece Türkiye kamuoyunun değil dünyanın da ilgisini çekti. Çeşitli toplantılarda ve ekonomik forumlarda İzmir’in kırsal kalkınma modeli inceleniyor, tartışılıyor.

Hükümetin canlı hayvan, kırmızı et, mısır, buğday, arpa ve pirinç ithalatını kolaylaştıran sıfır gümrük vergili ithalat kararını düşünürsek, Türkiye’nin içine düşmüş olduğu tarım ve hayvancılık çıkmazını daha net görebiliriz. Türkiye Sırbistan’dan et, Rusya’dan buğday ithal eden bir ülke durumuna geldi. Ordu’da fındık üreticisi, Manisa’da üzüm üreticisi meydanlara indi. İç Anadolu’da hububat üreticisi uzun yıllar sonra ilk defa aynı yıl iki defa zarar ilan etti. Buna rağmen gıda fiyatlarındaki artış ise engellenemedi. Fiyatlar arttı ancak üretim artmadı. Türkiye tarım ve hayvancılığının can çekiştiği bu dönemde İzmir tarımı etkili bir büyüme başarısı gösterdi.

Son söz
Peki İzmir’de bu model hayata geçebiliyor da Türkiye’nin genelinde neden hayata geçemesin? Neden binlerce yıldır bu toprakların simgesi olan tarım ürünleri ithal edilsin? Neden üreticiler evlerini, tarlalarını, bahçelerini bırakıp kentlere göç etmek zorunda kalsın? Üretici birliklerini, kooperatifleri desteklemek ve kırsal kalkınmayı sağlamak için ihtiyaç duyulan tek bir şey var; siyasi irade. Türkiye, üreticisini yok fiyatlara mecbur edip işsizler ordusuna dahil etmek ile kooperatifler ve üretici birliklerini destekleyerek kalkındırmak arasında bir tercih yapmak zorunda. Aksi taktirde bu verimli tarım ülkesi tarım ürünlerinde de “ithalat cennetine” dönüşmeye mahkûm olacak.