Yeniden kurma vaadi olarak 1 Mayıs

ZAFER AYDIN

Kapitalizmde iktisadi bir kategori olarak işçi sınıfı varlığı, karşı sınıf karşısında kimliğini ve gücünü ortaya koymasıyla anlam kazanır. Bir başka ifadeyle işçiler sınıf mücadelesi içine girdikçe, rol üstlendikçe, sahip olduğu potansiyel gücü kullandıkça sınıf kimliği tanımlanabilir hale geliyor. Patron işçilere iş verip, onları sömürerek zenginleşirken, sömürüye itiraz eden, bu itiraz etrafında örgütlenen işçiler, bireysel olarak yaşadıkları güçsüzlüğü, çaresizliği aşmış oluyorlar. O andan itibaren de işin rengi değişiyor, çıkar çatışması, sınıf mücadelesi belirleyici hâl alıyor. Sınıf mücadelesi işçilerin haklarının ve geleceğinin belirlenmesinde özel bir yer tutarken, işçi sınıfını haksızlığa uğrayan, sömürülen diğer kesimlerden farklı kılan özellik olarak karşımıza çıkıyor.

1 Mayıs da sınıf mücadelesinin ortaya çıkardığı ilk ürünlerden biridir. İşçiler vahşi kapitalizm koşullarına karşı mücadeleye girişirken, insani çalışma talebinin en önemli unsuru, 8 saatlik işgünüydü. 1850’li yıllarda İngiltere ve ABD’de 10 saate indirilen çalışma süresinin 8 saate indirilmesi talebiyle işçiler hareketlendiler. 1866’da toplanan 1. Enternasyonel’in Kongresi’nde 8 saatlik iş günü için mücadele kararı alınmasıyla bu talep uluslararası bir boyut kazandı. ABD, Rusya, Fransa ve Japonya’da 8 saatlik iş günü için grevler, gösteriler, kampanyalar örgütlendi. Temmuz 1889’da Paris’te toplanan 2. Enternasyonel Kongresi, 1 Mayıs 1890’da 8 saatlik işgünü için uluslararası gösteriler düzenleme kararı aldı. 2. Enternasyonel’in bu çağrısı ile 1890’dan başlayarak işçiler 8 saatlik işgünü talebi ile meydanları, sokakları doldurdular. 1919 yılında imzalanan Versailles Barış Anlaşması ile 8 saatlik işgününün, haftalık 48 saat çalışmanın, hafta tatilinin toplumsal yaşamın düzenlenmesinde benimsenen temel hedefler arasına girmesi, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) kurulması ve 1 numaralı sözleşmesinin kabul edilmesiyle işçi sınıfının 8 saatlik işgünü için verdiği mücadele karşılığını bulmuş oldu. 1 Mayıs ise işçilerin daha iyi koşullar altında çalışma ve yaşama isteğinin simgesi olarak kalıcılaştı. Kapitalizmin ortaya çıkışından bu yana değişen, farklılaşan koşullara rağmen işçi sınıfı var olduğu ve sınıf mücadelesi sürdüğü için 1 Mayıs bir gelenek olarak farklı kuşaklardan işçilerin elinde yaşamaya devam etmekte. Zaman zaman bütün ağırlığıyla birlikte kendini ortaya koyması, kimi zamanlarda ise daha zayıf tonda varlığını hatırlatması bu gerçeği değiştirmez.

1 Mayıs’ın kalıcılaşması, yaygınlaşması ve gelenek özelliği kazanmasında işçilerin kendilerinden çalınanların peşine düşmeleri, haklarından vazgeçmemeleri oldukça önemli bir yer tutmakta. Bununla birlikte, 1 Mayıs işçi sınıfının başka bir dünya talebini de içinde barındırır. Kapitalizm karşısında insanca yaşam, hak ve adalet için mücadele eden sınıfın bu mücadelesi, kapitalizmi aşabilecek potansiyelin varlığına da işaret eder. Bu nedenle kapitalizmi aşma perspektifi içinde mücadele eden politik dinamikler,1 Mayıs’a ayrı bir önem atfederler. Öyle olduğu için dünyada ve Türkiye’de 1 Mayıs’ın yaygınlaşmasında ve kitleselleşmesinde sol/sosyalist kadroların belirgin roller üstlenmesi tesadüf değildir. 1900’lü yılların başından itibaren Osmanlı’da ve Cumhuriyet’te 1 Mayıs sosyalist dünya görüşüne sahip partilerde örgütlenen işçiler tarafından kutlandı. 1 Mayıs’ın yasak altına alındığı dönemlerde komünist işçilerin 1 Mayıs ısrarı, açık ve kitlesel eylemlere giden yolun mütevazı kilometre taşlarıydı. Aynı şekilde 1 Mayıs’ın yaygınlık ve kitlesellik kazandığı yıllar Türkiye’de sol ve sosyalist hareketin yükseldiği yıllardı.1970’te 1 Mayıs İstanbul’un Kartal İlçesi’nde kapalı salon toplantısı ile kutlandı. Kutlamayı gerçekleştiren, sosyalistlerin ağırlıkta olduğu, resmi adı İstanbul Bölgesi İşçi Birliği olan yaygın bilinen adıyla Kartal İşçi Birliği’ydi. 1975 yılında 1 Mayıs’ı İstanbul Tepebaşı’nda kapalı salonda kutlayan ise Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP) idi. İlk kitlesel mitingle DİSK, 1976 yılında 1 Mayıs’ı kutlarken bu eylemin örgütlenmesinde sosyalistlerin belirleyici etkisi söz konusuydu. 12 Eylül sonrasında 1 Mayıs üzerindeki yasağın kırılmasında ilk hamle 1988 yılında, Türk-İş üyesi Kristal-İş, Petrol-İş, Tümtis, Deri-İş sendikaları ile bağımsız Banks ve Otomobil-İş tarafından gerçekleştirildi. Bu sendikalar sol/sosyal demokrat kadroların etkin olduğu yapılardı. Geride bırakılan yıllarda 1 Mayıs’ın işçilerin birlik mücadele dayanışma günü olarak meşruiyet kazanmasında, negatif algıların kırılmasında ısrarla ve inatla 1 Mayıs’a sahip çıkılmasının inkâr edilemez bir payı oldu.

Buraya kadar ifade edilenlerden hareketle diyebiliriz ki, 1 Mayıs sürekliliğini sınıf mücadelesi içinde şekillenmesine ve sınıf mücadelesini politik yönelimi içinde temel hareket noktası sayan hareketlerin varlığına borçlu. Bir yandan sınıf mücadelesinin sistematik bir biçimde önemsizleştirilmesi ve sendikal mücadelede temel belirleyen olmaktan çıkması, bir yandan da sol hareketin gerilemesi, işçi sınıfıyla olan bağlarının zayıflaması 1 Mayıs’ı tarihsel misyonuna uygun bir rol oynamaktan alıkoyuyor. Oysa 1 Mayıs’ın mücadele için güç ve ilham kaynağı olması gereken günlerden geçiyoruz. Çünkü işçilerin sadece ekmeği değil, hayatı da çalınıyor.

Bilindiği üzere kapitalizm tarih sahnesine çıktığı andan itibaren işçilerin sömürüsü üzerine oturdu. Bazen yumuşak yöntemlerle bazen zorbalıkla, bazen insani ögeler barındıran bazen en vahşi yollarla sömürü çarkı çevrildi. Burada kilit kavram “kâr”dı. Kâr kavramına yüklenen masumiyet ile sömürü çarkı normalleştirildi. Bu sayede kapitalizmin her döneminde işçilerin emeği, hakları gasp edildi. Sadece emeği değil, hayatı da gasp edildi. Hem kötü şartlar altında yaşamaya mecbur bırakılarak hem de ölümüne çalışma zorunda kalıp, hayatını işbaşında yitirerek...

Pandemi döneminde elde edilecek kârlarda bir kayıp olmasın diye sergilenen, çarklar dönsün ısrarı fabrikalarda, atölyelerde, sağlık kuruluşlarında, okullarda, kargo ve yemek dağıtımı başta olmak üzere hizmet sektöründe çalışan yüzlerce emekçinin hayatına mâl oluyor. Düşük ücretlerle, güvencesiz çalışmak, çerez parasıyla geçinmek zorunda kalmak, işsizliğin girdabında boğulmak bir tarafa, göz göre göre ölüme gidiyor emekçiler. İş cinayetleri halkasına eklenen Covid-19 emekçileri hayattan koparırken sermayenin kasası dolmaya devam ediyor.

İşçi sınıfının tarihsel bir deneyimi olan 1 Mayıs, dayanışma ve mücadele ile bu ölümlerin, yaşanan haksızlıkların adaletsizliklerin önüne geçilebileceğini göstermektedir. Bize hepimiz aynı gemideyiz, virüs bu zengin-fakir ayrımı yapmıyor masallarını anlatıp duruyorlar, ama her şey sınıfsal, her şey politik. Tekrarlamaktan dilimiz şişmiş olsa da söylemek ve hatırlatmak zorundayız; sınıfsal eşitsizliklere, ayrımcılığa karşı bayrak açacak, sendikal mücadeleyi sınıf mücadelesinin içinde görecek sendikal anlayışın inşasına ve sınıf siyasetini temel alarak yürüyecek güçlü, etkili bir sol harekete ihtiyaç var. Unutmayalım ki 1 Mayıs, bir yeniden kurma vaadidir. Ne diyoruz 1 Mayıs Marşı›nı söylerken: "Yepyeni bir hayat gelir bizde ve her yerde..."