1 Suat Derviş: Dostoyevski, Kafka, Yaşar Kemal, Sabahattin Ali, Sait Faik, Nazım Hikmet, Orhan Veli değil elbette sözünü edeceklerim. Nabokov, Orhan Kemal, Wirginia Woolf, Jose Saramago, Peyami Safa, Tolstoy, Tanpınar, Balzac, Marcel Proust, Turgut Uyar, Cemal Süreya, Kemal Tahir, Stefan Zweig da değil. Hepsi ve daha başkaları okunuyor. Çoksatarları da var içlerinde ama çoğuna uzun […]

Yeniden okunacak 7 yazar (1)

1 Suat Derviş: Dostoyevski, Kafka, Yaşar Kemal, Sabahattin Ali, Sait Faik, Nazım Hikmet, Orhan Veli değil elbette sözünü edeceklerim. Nabokov, Orhan Kemal, Wirginia Woolf, Jose Saramago, Peyami Safa, Tolstoy, Tanpınar, Balzac, Marcel Proust, Turgut Uyar, Cemal Süreya, Kemal Tahir, Stefan Zweig da değil. Hepsi ve daha başkaları okunuyor. Çoksatarları da var içlerinde ama çoğuna uzun satar diyoruz. Uzun satsınlar, uzun uzun okunsunlar.

Tabii Suat Derviş de. 1968’de okumuş olmalıyım ilk, May Yayınları arasında çıkan Ankara Mahpusu ve Fosforlu Cevriye adlı romanlarını. Başka da bir şey okumadım. Son yıllarda adı yeniden ve ilk kez yayımlanıyormuş coşkusuyla duyulunca sevindim. Gizli de sayılabilir bir sevinçle. Tabii yaşamı da gündeme geldi ve Cumhuriyet’in hem muhalif hem de öncü kadınlarından biri olarak Suat Derviş’le erkenden tanıştığıma doğrusu pek sevindim. Komünist harekette de yeri var, kadın özgürlüğü hareketinde de. Yaşamını anlatan kitaplar yazıldı, Liz Behmoaras’ın Efsane Bir Kadın ve Dönemi (2008) adlı çalışması, Osman Balcıgil’in İpek Sabahlık adlı romanı (2017). Anıları, Anılar, Paramparça (2017) adıyla yayıma hazırlandı. İthaki tarafından tüm yapıtları yayımlanıyor ne mutlu ki! Serdar Soydan’a bu konuda teşekkür borçluyuz. Çünkü onlarca Suat Derviş yapıtı, yıllar sonra ilk kez günışığına çıkıyor. Bazıları da Latin harfleriyle ilk kez yayımlanıyor. 20 yaşında yazdığı ilk romanı Kara Kitap’la birlikte 3 romanı daha gotik olarak adlandırılıyor. Fransızca olarak yayımlanan ilk Türk romanı da Suat Derviş’in Ankara Mahpusu (1968). Türkçesi, Fransızca baskıdan 11 yıl sonra yayımlanmış. Suat Derviş, Türkiye Komünist hareketinin önde gelen adlarından Reşat Fuat Baraner’in eşi olmuş ve onu sakladığı gerekçesiyle de 1 yıl hapis cezasına çarptırılmış. Nazım Hikmet’in annesi ressam Celile Hanım, ilk Türk tiyatro oyuncusu Afife Jale ile birlikte, “kadınlar vardır!” şiarını, yapıtları ve yaşamlarıyla ilk duyuran kadınlardan Suat Derviş de. Şiirler, köşe yazıları da yazmış. Şimdi onun tüm yapıtlarını okuyacak olmanın mutluluğunu duyuyorum ve iyi edebiyatın, iyi şiirin hiçbir zaman kaybolmayacağına bir kez de Suat Derviş vesilesiyle inanıyorum.

2 Nikos Kazancakis: Söylemesi bile gereksiz, buradaki 7 yazar, benim yeniden okumak istediğim yazarlar. Çoğunu çocukluğumda ve ilk gençliğimde okuduğum, tadına vardığım, şimdiyse tad ve kokuları kalsa da, yapıtlarını unutmaya başladığım adlar. Bu nedenle yeniden okumak istiyorum. İlk okuduğum kitabı Allahın Fukarası idi Kazancakis’in, Günaha Son Çağrı’yı da hemen ardından okumuş olmalıyım. O arada da ayrıca Anthony Quinn de oynadığı için artık bir kült film sayılan ve yine Kazancakis’in Aleksi Zorba kitabından uyarlanan o şahane filmi, Zorba’yı izledim, ki kaç kuşak izlemiş olmalı o filmi! Tıpkı Love Story filmi gibi. Unutulmaz El Greco’ya Mektuplar’ını ben de unutmadım. E Yayınevinin küçük boy, sarı kapaklı, kulaklı kitaplarından. İspanya Yaşasın Ölüm’ü 70’lerde hangi solcu okumamıştır ki? Sonra bir kez daha okudum, bu kez Andre Malraux’dan Attila İlhan’ın çevirdiği Umut’la beraber. İspanya İç Savaşı’ndaki hayal kırıklıkları, dostun attığı gülün taştan beter olması, hepsinin acıyla bir kez daha bir kez daha tekrarlanması. Kazancakis’in Ekim Devrimi’nden duyduğu heyecanın bürokratik sosyalizmle karşılaşınca sönmesi, büyük tanıklıklar… Kazancakis okumak bir yaz günü zeytini gölge bilip, keşiş ya da derviş gibi, varlıktan iliklerine dek soyunmaktır! Kazancakis okumak, Kavafis, Elitis, Seferis, Ritsos diye süren geleneğin büyüsünü hep duymaktır. Kazancakis okumak, okuma denen eylemi tanımaktır. Kazancakis okumak…

3 Sevgi Soysal: Tante Rosa (1968) ile başlamıştım okumaya, şükür, ilk baskısı duruyor, onu çıkardım yeniden okudum. Övündüğümden değil, yaşım gereği ve bir de erken okumanın varsa yararı. Pek çok genç okur, yazar, şair, “O kadar büyük isimlerle tanışmış, arkadaşlık etmişsiniz, sizde ne imzalı kitaplar vardır!” demek gafletinde bulunuyor, fakat yanıtını da hemen alıyor: “İnsan, ünlü de olsa, arkadaşına bana kitap imzala! der mi?” Ben demeyenlerdenim, o nedenle de Ece Ayhan’dan, Cemal Süreya’ya, Turgut Uyar’dan Tomris Uyar’a, ve başka yazar ve şairlere, hemen hiçbirinin imzalı kitabı yoktur bende. İlhan Berk’in var, çünkü başka yazar ve şairlere gönderdiği gibi, yeni çıkan kitaplarını güzelce yazarak, imzalayarak, hatta yeni kapak yaparak yollardı. Hani ‘proje’ diyorlar ya, İlhan Berk elbette olumlu anlamıyla ‘proje’ bir şairdi! Sözü uzattım. Bazen 50 yıl önce aldığım kitapları yeniden okuyunca, eh bunlar da Sevgi Soysal, Andre Gide filan olunca, haliyle bende bir sevinç bir sevinç, sormayın gitsin! Hani her şey çoooook güzel olacak ya işte o türden! Sevgi Soysal’dan konuşurken elbette böyle güzel şeyler de akla geliyor. Ankara yazarı öncelikle. Adalet Ağaoğlu gibi. Güzel inadını, kadın direncini ve insan özgürlüğünü hiçbir koşulda terk etmeyen, roman kahramanı da olur ama daha çok bir şiir kişisi saydığım bir yazar Sevgi Soysal. Bireysel ve toplumsal halleri arasında nerdeyse hiç fark yok. Düşündüğü gibi yaşamaya çalışan, eyleyen, yazan, karşı çıkan, giden. İlk kitabı Tutkulu Perçem’i (1962) sonra okudum. Yürümek (1970) romanı çıktı ve yasaklandı. Tutuklandı. Sevgi Soysal’ın adı da böylece duyulmaya başladı. Sonra 12 Mart. Sonra Cumhuriyet üstüne en sıkı metafor saydığım Yenişehir’de Bir Öğle Vakti (1974) romanı geldi. Meselenin üç-beş ağaçtan değil bir tek ağaçtan ibaret olduğunu anlatan! Yeniden cezaevi, sürgün, Şafak (1975). Cezaevi günlerinin anlatısı Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu (1976). Sonra tamamlayamadığı romanı Hoş Geldin Ölüm. 22 Kasım 1976’da daha 40 yaşındayken yitirdiğimiz bir güzellik, iyilik, neşe, sevgi… Gazete yazıları. Ve üzerine yazılan kitaplar.

Sevgi Soysal, Türkiye’de makul ya da normal denilen ve olması gereken şeyin olmasını isteyenlerden biriydi. Yani bir küçük burjuva aydını da diyebiliriz. Düzen, böyle bir insandan iyi bir romancı, sıkı bir muhalif ve uslanmaz bir inat çıkardı, iyi etti. Ah bir de bunca erken gitmeseydi, hem seyrek insanlardandı, dünya durdukça yaşayası hem de daha demlenmiş nice kitabını okurduk! O yüzden şimdi yeniden okumak gerekiyor, demini iyice almış olarak…

(sürecek)