Bir insanın eşitsizliklere ve sömürüye ne oranda karşı çıktığı, o insanın ‘etik-politik’ yoğunluğunun göstergesidir. Yoğunluğu düşük olanların çoğunlukta olduğu bir toplumda çürüme hızı yüksektir

Yeniden ve gerçekten başlamak

İki şey arasında hiçbir ortaklık olmadığı zaman, onlardan biri ötekinin nedeni olamaz / Spinoza, Etika

Ben bir felsefeci değilim; denk geldiğim felsefi metinleri sorgulamayı seviyorum. Okuduğum her metne kuşkuyla yaklaştığım anlamına gelmeyen bu durum bana iyi geliyor, dahası yaşama sevincimi artırıyor. Afşar Hoca’nın dediği gibi: ‘Felsefe –bilinçle yapılırsa- bir sevinçtir.’ Ve ekliyor: ‘Her bilinç gerçekliği kendi koşulları çerçevesinde görebilir, yorumlayabilir.’(1)

Marx da yaşam koşullarının kişinin bakış açısını belirlediğini, dolayısıyla toplumdaki egemen düşüncenin üretim ilişkilerinin sonucu olduğunu söyler. Verili koşulların düşünme şeklini belirlediği bir toplumsal gerçeklikte felsefe ile politikanın yakınlaşması kaçınılmazdır.

Ersin Vedat Elgür, ‘Felsefenin arzusu: Politika’ adlı titiz çalışmasının temel iddiasını şöyle ifade etmiş: ‘Felsefe, gerçekliği(gündelik hayatı) kendi düzeyine çekip politikleşirken, politika da kendi nesnesini felsefeleştirmektedir. Marx, bu yönüyle felsefenin belirlenim kazanmasını sağlayan ve sınırlarını göstererek geçişi sağlayan düşünür olur.’(2)

Belli ki ortada bir ‘arzu’ var. Terry Eagleton’a göre arzu eylemlerimizin arkasındaki itici güçtür ve özünde toplumsal niteliktedir, bu yüzden geniş bir bağlama yönlendirilmelidir. O bağlam politikadır. Radikal politika ise arzularımızın yeniden eğitilmesidir ki, iyi şeyler yapmaktan zevk, kötü şeyler yapmaktan acı duymak gerekir.(3)

Peki, arzuyu tetikleyen nedir? Kuşkusuz bilincimiz ve (bilincimizi aşan) doğal yasalardır. Hangisinin ne oranda etkili olduğu felsefenin ve bilimin kafa patlattığı konulardan biri olsa da şimdilik şu tespitle yetinelim: Felsefenin arzusu aslında hakikati bütün boyutlarıyla kavramaktır. Kapalı devre zihinsellikten kurtularak yaşamı yorumlamaya başlaması ve peşinden dönüştürmeye meyletmesi, bilincin ve (bilinci aşan) doğal yasaların ortak çalışmasıdır.

Doğal yasalar eninde sonunda iyi işlere imza atarlar, yani olumluluk üretirler. Deprem yerkabuğunun yeni bir dengeye kavuşma hareketidir. Hava olaylarıysa yerkürenin ısıl dengesini sağlar; ani ve aşırı olanlarının çoğu küresel ısınmanın sonucudur, bu açıdan birer uyarı niteliğindedir. Bunun gibi sayısız yasa yaşamın devamına katkıda bulunur, hatta devam sebebidir. Meteorların dinozor neslini tüketmesi bu gerçeği değiştirmez.

Arzunun biz insanoğlunu ilgilendiren tetikleyeni daha ziyade ‘bilinçtir’. İyiliğin ve kötülüğün bilgisini içselleştiren ve olumlu ya da olumsuz eylemlere dönüştüren odur. Eagleton’un belirttiği gibi, bu da arzuların eğitilmesiyle mümkündür. ‘İyi şeyler yapmaktan zevk, kötü şeyler yapmaktan acı duymayı’ öğreten eğitim, etik bir eğitimdir.

Bilinçli olmak; algılayabilmek, yorumlayabilmek ve dönüştürebilmek demektir. Bu üç yetinin toplamı belli bir ‘kudrete’ karşılık gelir. Kudretse ‘etik-politik’ sorumluluk yükler. Bilinçten sorumluluğa uzanan bu dizgede yetkiye yer yoktur; zira yetki eşitsizliğin köken nedenlerinden olduğundan hem etikle hem (kurucu) politikle çelişir. Bir eyleme ‘öncülük’ etmek yetki kazandırmaz, yalnızca sorumluluğu artırır. Sorumluluk almak erdemli bir davranıştır ve Aristoteles’e göre politika erdemli bir etkinliktir. Bu yüzden her insan ‘etik-politik’ bir bedendir ve -Dostoyevski’nin dediği gibi- herkes herkese karşı her şeyden sorumludur.

Bir insanın bütünlüğe ne oranda katkı sağladığı, eşitsizliklere ve sömürüye ne oranda karşı çıktığı, o insanın ‘etik-politik’ yoğunluğunun göstergesidir. Yoğunluğu düşük olanların çoğunlukta olduğu bir toplumda çürüme hızı yüksektir. Bu tür insanların azınlıkta olmaları çürüme ihtimalini düşürür ancak sıfırlamaz. Toplumsal dokunun tamamen sağlıklı olması insanların tamamının ‘etik-politik’ bedenlere dönüşmesine, kısacası bilinçlenmelerine bağlıdır.

Kişinin dağ başında ya da ıssız bir adada tek başına yaşaması sorumluluklardan muaf olmasına yetmez. Muaf olması için ölmesi gerekir. Hatta ölmekle de kurtulamaz; yaşarken yapıp ettikleri arkasından konuşulmaya devam eder.

‘Öldükten sonra ne gam!’ diyenler olabilir. Yazımız –daha ziyade- öyle düşünenler içindir.

Suyu akışına bırakırsanız yatağını bulur; geçtiği yerleri ve denize döküldüğü noktayı da yaşam alanlarına dönüştürür. Suyun doğasıyla uyumlu ilişki kurmak, sebep olduğu canlı varlıkları gözetmek, bir çocukla konuşurken göz hizasında kalmak, kentleri engelli yurttaşlara uygun tasarlamak vb etik tutumlardır. Enerji üreteceğiz diye(ki o enerjinin çoğunu ayrıcalıklı azınlık kullanır) suyun doğal akışına müdahale edenlere, kişisel kazancını bir işçinin canından üstün tutanlara, dindar nesil yetiştireceğiz diye çocukların zihinlerini karartanlara karşı mücadele etmekse hem etik hem politik tutumlardır.

Cinsellik insan türünün devamını sağlayan doğal bir yasadır. Başta nevroz, pek çok ruhsal rahatsızlıkların cinselliğin bastırılmasından kaynaklandığını tespit eden ilk biliminsanı Freud’tur. Onun hakkında öğrencilerin zihinlerine yalan yanlış bilgiler zerk ederek bilimsel düşüncenin ve cinselliğin bastırılmasını amaçlayan ‘sakat bilinç’, cinsel sapkınlıkların ve çocuk istismarların en yoğun yaşandığı kültürleri yaratan bilinçtir.

Sakat bilinçlerin toplumsal yaşamdan silinmesi felsefeyle politikanın bütünleşmesiyle mümkündür. Elgür’ün deyimiyle bu durum felsefenin bir arzusu şeklinde tezahür ediyorsa, iki disiplinin bütünleşmesini kolaylaştırmak entelektüel bir sorumluluktur. Böyle söyleyerek sorumluluğu bir grup azınlığa yıkmak niyetinde değiliz. ‘Entelekt’ akıl demektir ve her sağlıklı insanda az çok bulunur. Her insanda “bulunan” ve diğer canlılarda bulunmayan ‘şey’ önemli avantajlar sağlar, sağladığı oranda da sorumluluk yükler. Mesele onu kullanabilmektir. Aklı kullanmak etik davranabilmek demektir, paçayı kurtarmasını bilmek değil. Memleketim Devrek’te ülkenin en iyi baston ustaları bulunur. Ağaç dallarını zarif ve dayanıklı bastonlara dönüştürmek beceri işidir. Lakin ustalık, ağaçları bilmeyi, onları koruyup kollamayı, kontrolsüz kesim yapmamayı, velhasıl etik davranmayı gerektirir.

İnsanlığa ve doğaya katkı sunacak aklın(entelektin) yeşermesine olanak tanıyan bir toplumsal yaşamın içinden ‘etik-politik’ geçer, bugün olduğu gibi ‘para-politik’ değil. Bunun için -bilincin gerçekliği kavrama arzusu olarak- felsefe ile -yaşamın kurucu organizasyonu olarak- politikanın bütünleşmesi gerekmektedir. İnsanlığın yeniden ve gerçekten başlayacağı nokta da burasıdır.

(1) Avşar Timuçin, Felsefe Bir Sevinçtir, Bulut Yayınları
(2) Ersin Vedat Elgür, Felsefenin Arzusu: Politika, NotaBene
(3) Terry Eagleton, Kuramdan Sonra, Literatür, Çev. Uygar Abacı