Yazının ana çıkarımlarından birini baştan açıklamalı

Yazının ana çıkarımlarından birini baştan açıklamalı: Kırkpınar kültürünü çözen bu memlekette cumhurbaşkanı olur. Çünkü Kırkpınar çayırı Türkiye tipi kamusal alandır bir bakıma. Çayır, siyasetin Pursaklar örneğidir. Hani, geçmiş yıllarda, eski cumhurbaşkanı ve başbakan Demirel, Türkiye’nin kesin seçim sonuçları için Ankara’nın  Pursaklar ilçesinin sonuçlarını ölçüt alırmış ya! Bu ölçüt doğru sonucu  verirmiş. O zamanlar Pursaklar Ankara için uzak ve “kırsal” çünkü. O ana dek ortaya çıkan sonuçlar ne olursa olsun Demirel sorarmış, “Pursaklar sonucu geldi mi?” diye.
     Kırkpınar yağlı pehlivan güreşleri bu yıl 653. kez yapıldı.  Bu tarihsel spor etkinliği birkaç yıl önce yeni bir rütbe aldı. UNESCO tarafından “insanlığın somut olmayan kültür mirası” olarak kabul edildi.  Kültürel bir değer ve miras niteliği tescillenen Kırkpınar’ın  bu tescilde “somut olmayan” olarak tanımlanması, ülke olarak şanssızlığımız oldu. Öyle ki, miras somut olmadığından ülkeyi yönetenler de bu konuda somut herhangi bir şey yapma gereği duymadılar.  Sadece açıklandığıyla kaldı.
    Futbol için söylenen şu ünlü sözü, yani  “Futbol sadece futbol değildir” sözünü güreşe de uyarlamak pek ala olasıdır: Güreş sadece güreş değildir. Özellikle Kırkpınar söz konusu olduğunda bu daha geçerli hale geliyor.  Konudan uzaklaşmak pahasına sözü ifrata vardırıp, “Turşu da sadece turşu değildir içinde nice hıyarlıklar vardır” diyebiliriz, ülke politikasından ilham alarak.
    Biz yine güreşe dönelim. Bizim dışımızdaki dünya güreşe kültürel miras niteliği vermiştir. UNESCO yetkilileri aslında burada kültürel nitelikten öte bir zenginlik görmüş olmalılar. Demokrasi, katılım gibi alt okumalar yapmış olabilirler. Örneğin Kırkpınar çayırı bir demokratik çoklu ortam gibidir. En güçlü başpehlivan adayı hiçbir zaman tek seçenek olmaz. Sonuçta kazanan başpehlivan bir tek adam gibi ortaya çıkmış olsa da, güreşin yağlı ve kaygan ortamı tek adam kültürünün geçerli olamayabileceğinin de bir örneğidir.
    Demokrasiyi batı perspektifinden açıklamak yerine çayır konseptiyle örneklemek daha keyif verici olabiliyor. Çayır demokrasisinde en güçlü olan sevilir. En güçlüler revaçtadır. Ancak bazen en akıllı ve en teknik olan pehlivan bütün favorileri ezer geçer. Örnekse son iki yılın başpehlivanları. Birkaç yıl öncesinde Mehmet Yeşilyeşil, Ali Gürbüz, Recep Kara, Şaban Yılmaz gibi başpehlivanların arasından İsmail Balaban gibi bir yeni pehlivanın, veya Fatih Atlı gibi, bütün ataklığına karşın şans verilmeyen bir pehlivanın Kırkpınar’da başpehlivan olmasını kimse beklemezdi. Son iki yılda bunlar gerçekleşti, ikisi de başpehlivan oldu. Çünkü politikada yalancı pehlivan olunur. Çayırda asla yalancı pehlivan olunmaz. Çünkü, yalancı pehlivanın anında göbeği güneş görür ya da kıspeti kalçasından sıyrılır. Ki her iki sonuç da kesin yenilgi nedenidir.
    Kırkpınar kültürünü çözen cumhurbaşkanı olur demiştik. Güreşte yenilmenin ana göstergelerinden olan, kıspetin çıkıp, kalçanın görünmesi bir bakıma alçaltıcı gibi gelse de; pehlivanın uçkurunu sağlam bağlayıp gerisini iyi korumasıyla ilgili bir disiplin ilkesidir.
    İşte böyle böyle; daha nice ayıplarını gördüğümüz, politikanın yalancı pehlivanı cumhurbaşkanı olursa, biz de güreşten demokrasi felsefesi çıkarırız.
    Şurası bir gerçek ki, cumhurbaşkanlığı çayırındaki kapışmada sonuçlar açıklandığında bizlerin, yani samimi-müzmin muhaliflerin sözü yine şöyle olacaktır; “Yenilen pehlivan…”
Haftaya dize; “gitmek güzeldir, kendini götürmeyi öğrendiysen...”