Meydanlara “milyonları” toplayan Reis’ ten Saraçhane’ de birkaç bin kişiye seslenebilecek hale gelmiş olması da “gerçeği” anlamasını sağlayamayacak. Ve de anketler, sosyal medyadaki açlıkla bilenmiş hayal kırıklığı ve öfkeli tepkiler, sayıların ortaya koyduğu sefalet göstergeleri. Hepsini görmesine rağmen hiçbirini anlayamayacak.

RTE ve şürekası “gerçeği” görmelerine rağmen neden anlayamıyorlar? Daha doğrusu olup bitenlerin kendi eylemlerinin sonucu olduğunu neden kabullenemiyorlar? Örneğin ekonomideki çöküşün temel nedeninin kendi ekonomik programları (?) olduğunu anlayamıyorlar (mı). Hazine garantili ihale (yağma) sistemi neden hız kesmeden sürüyor?

Farklı açıklama girişimleri var bu hali. En naifi RTE’nin sarayına hapsolduğu ve ülke gerçeklerinin ondan kaçırıldığı. RTE’nin sarayında oturup bütün gün A Haber seyrettiğini sanmak gibi bir aptallık bu yaklaşım. İkincisi de safca ama daha tehlikeli bir iyimserlik barındırıyor. RTE ve avanesi her şeyin farkında ve kaçış planlarını hazır etmiş durumdalar, gitmeden yağmayı sonuna kadar sürdürmek istiyorlar. Diğer açıklamalar bu iki ucun arasında dağılıyor.

RTE akp-mhp kliğinin ülkenin içinde debelendiği ekonomik politik yangının farkında olmadığını ya da bu yangını bile isteye körüklediklerini sanmak “muhalefetin” düşeceği en büyük yanılgı olacaktır. RTE tabi ki olup bitenin farkında. Siyasal alana dahil olduğundan bu yana alan araştırması, kamuoyu anketi, vatandaşın nabzı vb. ölçümleri belki de en çok yaptıranlardan biri. Örneğin doğru enflasyon hesabının TÜİK değil ENAG’ın ölçümleri olduğunu bilmediğini sanmak biraz aptalca olur.

Peki o zaman neden göremiyor? Bu sorunun yanıtını verebilmek için soruyu doğru sormak gerekiyor. RTE göremiyor olamayacağına göre gördüğünü nasıl yorumluyor, diye sormamız gerekiyor. Bu sorunun yanıtını bulmak için de RTE nin “görme biçimini” anlamaya çalışmamız, içi boşaltılmış olsa da ona “empati” yapmaya çalışmamız gerekebilir(!)

Aday olarak katıldığı 1986 seçimlerinde milletvekili, 1989 seçimlerinde Beyoğlu belediye başkanlığı seçimlerini kaybetmişti. 1991 milletvekili seçimlerinde kazanmış ama tercihli oy sistemine takılmıştı. Belediye başkanı olduğu 1994 İstanbul seçimlerinden bu yana ise hiç “kaybetmedi”. Ne badireler atlattı, mahpushane zindanlarında eğilip bükülmedi, ne tapelerden sıyrıldı, ne darbe girişimlerinden sağ çıktı, değil mi! Muhtar bile olamaz diyenlere ayakkabılarının altını yalatmadı mı?

Öyle ise bir tür “yenilmezlik fantezisi” yaşaması “hakkı!” 2019 yılında Dünya İnsan Hakları Günü Konferansı’nda “İngiltere, Almanya, Fransa ve şahsım, dörtlü zirve yaptık” demesini hatırlayın.

Yenilmezlik fantezisi, yapısı gereği muhaliflerce kibir olarak görülür. Yandaşlar ise bu fanteziyle özdeşleşerek kendi perişanlıklarının acısından korunurlar. Elinde tencere kapağından kalkanla Diriliş Osmanlı seyreder gibi seyrederler yenilmez kahramanı. Aynı fantezi kendisini yenilmez hissedenin gerçeği “inkar” üzerinden görmesini sağlar. Hep savaşmama ve hep kazanmama rağmen, hala bana saldırılıyorsa, olup bitenler beni yıkmak için düşmanlarımın kirli oyunları ve dost sandıklarımın ihaneti yüzünden oluyor! Olup bitenin sorumlusu ben değilim, olup bitenden onlar sorumlu ve onları da yeneceğim. Bugüne kadar hiç yenilmediysem o zaman bugüne kadar ne yaptıysam daha da şiddetli, daha da güçlü yapmalıyım, çünkü ben yendikçe düşmanlarım çoğalıyor!

Tarihi tiranlar inşa etmez, tiranları tarih yaratır. Ama tiranların yenilmezlik fantezisinin bedelini toplumlar öder. Hiçbir zaman sorumluluk almayacak ve sonuna kadar da yolundan dönmeyecek. Maalesef durum böyle görünüyor.