Bazen bir hayal kurarsınız bütçeniz ve vaktiniz izin vermez. Bazen başka bir hayal kurarsınız bu sefer de cesaretiniz ve destekleyeniniz yoktur. O zaman hayaller uçar gider, ukte kalır sadece içinizde

Emre Ertegün, bundan dört sene evvel İstanbul’da ‘uzatmaları oynadığı’ işyerinden ayrılıp, yeni bir hayata, yeni bir yaşantıya, kendini bulmaya doğru bir yolculuğa başladı. Kentten kırsala göçüş, basit olarak ifade edersek büyük olanı değil küçük olanı tercihle başlıyor aslında. Bir anda karar verip de, gerçekleşen gidişlerin sonunun olumsuzlukla sonuçlandığı çok örneğe de rastlamak mümkün. Ertegün ise bunu sindire sindire, deneye deneye, kendine göre doğruyu, uygunu, uygun zamanı aramış. Arayışı, yolculuğu da sürüyor.

Ama hangi büyük, hangi küçük? Büyük kent mi, büyük doğa mı? Küçük bütçe mi, sana kalan küçük vakitler mi? Büyük plazalar mı, büyük çınarlar mı? Büyük ve küçük kavramını da nereden okuduğumuzla ilintili tüm bunlar. Tutamadığımız tek şey zaman. Avuçlarımızın arasından o kadar hızlı, o kadar fark ettirmeden akıp gidiyor ki, ya ona yetişmek için enerjinizi tüketeceksiniz ya da akışa bırakıp, size arta kalan vakitleri büyüteceksiniz. Biraz bunu anlıyorum ben kentten kırsala doğru yola çıkış deyince.

Neden gider ki insan?
yeniye-dogru-bir-yasam-deneyi-155222-1.

Oldum olası yaşamı taşıma, yahut göç kavramlarını, yani İstanbul’dansa Çanakkale’nin bir köyünü tercih etmeyi, bir kaçış olarak görmek bence olayın bütününü yok saymak gibi. Tabii ki birileri için bu sebep sayılabilir. Yani bu içimizdeki ‘şey’, bana göre, geldiğimiz yere nefretimizden ötürü değil, gideceğimiz yeri istememizden, sevmemizden, tercih etmemizden ötürü harekete geçiyor. Nefret, sıkılmışlık, “yetti artık” ise bence bu ‘şey’in sadece fitilini ateşliyor. Emre Ertegün işten ayrılışını, İstanbul’dan yavaş yavaş kopuşunu, yeni bir hayat arayışını akışa bırakmış. Kader, kısmet, akış, diyalektik ya da su akar yolunu bulur deyiverin siz buna.

Onun adına bu dört yıllık arayış hep bir adım ileri götürmüş düşüncelerini. Daha çok üretmeye başladığını, bu arayış içerisinde ortaya çıkardığı projelerde, ele aldığı bloglarda görmek mümkün. Emre Ertegün tüm bu süreci derlemiş, toparlamış, çevresindeki arkadaşlarının fikirsel, maddi ve emek imecesiyle de bir kitap haline getirmiş. Kitabın adı: “Yeni”ye Doğru.

Kitabın belirlenmiş bir ücreti yok. Emre’ye bir e-posta atıp kitabı isteyebiliyorsunuz. Kitap okuyucusunu buluyor, insanlar gönüllerinden ne koparsa o miktarda destek sağlıyorlar. Yahut sağlamayabiliyorlar da. Belki de Emre’ye bir hediye gönderiyorlar. Her şey mümkün. Her şey akışta ve gönülden gelişiyor.

‘Oku bunu, beğeneceksin’

Mayıs sonunda çalışma masama 4-5 kitapla geldi Merve. “Şunları Berk yolladı, bu fanzinler de yeni çıkmış, İstanbul’dan getirdim” dedi. Sonra da, “Bu da sonuncusu. Bu kitabı oku, ilginç gelecek, beğeneceğini düşünüyorum” dedi. Birkaç hafta elimi değdiremediğim kitap öbeğinden ‘Yeniye Doğru’yu geçen haftalar içinde okumaya başladım ve 10 günde de bitti zaten.

yeniye-dogru-bir-yasam-deneyi-155223-1.Emre Ertegün, yeni bir hayat kurma arayışını anlatıyor kitabında. Hikâyesine, yoluna, arayışına, O’na inananların maddi ve fikirsel desteğine açık olduğunu blogunda yayınladığı bir yazıyla duyurmuş. Yaşamının geri kalan kısmında maaşlı bir işçi olma fikrine karşı olduğunu net bir şekilde ifade etmiş. Harcamalarını kısıtlamış, tüketimini azaltmış. Sonra da topluluk desteğiyle yaşamına başlamış. Ertegün, “Bu yaptığım bazılarınıza çok tuhaf, saçma gelebilir ve hatta bunu bir nevi dilenciliğe de benzetenler olacaktır” diyerek çekincelerini de dile getirmiş. Emre’nin bu deneyini eleştirenler olsa da, kendi gerçekleştiremediği hayaller için çabalayan, projeler üreten, ürettiğini paylaşan Emre’ye, düzenli olarak maddi katkı sunan, armağanlar veren bir arkadaş çevresi de olmuş.

İşte Emre Ertegün’ün kitabı Temmuz 2012’de başlayan işten ayrılma sürecinden sonrasını, göçebe geçirdiği günleri, yolculuk anılarını, otostopla yaptığı mesafeleri, ekoköylerde geçen gönüllülük kazanımlarını, yeni insanların O’na kattıklarını, topluluk desteğiyle yaşama deneyini, armağan ekonomisini, Anadolu Jam’in büyüsünü, çemberleri ve bir komün hayat kurma tecrübelerini kapsıyor.

Emre için akış hep devam edecek besbelli. Kök salmışlıklarımızdan ve alışkanlıklarımızdan kopmadan, küçülmeden, beklentileri tüketim ekseninden çıkarmadan köyü ve kırsalı sadece hayal edebiliriz. Bu kadar yalnız ve bireyselleşen hayatlarımıza “elveda” demeden kolektif yaşamı sadece rüyalarımızda görebiliriz. Cesaret edenler ise hayalleri plana dönüştüren, rüyadan gerçeğe evriltip, o hayalleri yaşamın tam da kendisi yapanlardır.

Peki, soru basit: Yola çıkmak için, küçükle yetinmek için, büyüğü doğada bulmak için ve kendimizi aramak için ne bekliyoruz?