Haftalardır, günlerdir sokaklardayız. Mahallelerde, meydanlarda, kahvelerde, bazen bir evin bahçesinde, bazen de bir dükkanın önüne konulmuş taburelerde… Dinledik, konuştuk, söyledik. Dertler, acılar, sıkıntılar, işsizlik, yoksulluk, bıkkınlık istiap haddini aşmış. Hepimiz acıda, sıkıntıda, yoksullukta bir olmuşuz. Aşağılanmada, hiçe sayılmada birbirimizi görmüş, dertlerde kardeş olmuşuz. Bu yüzden bazen konuşmaya bile gerek kalmadı. Sandığa giden yolun son dönemecinde […]

Haftalardır, günlerdir sokaklardayız.

Mahallelerde, meydanlarda, kahvelerde, bazen bir evin bahçesinde, bazen de bir dükkanın önüne konulmuş taburelerde…

Dinledik, konuştuk, söyledik.

Dertler, acılar, sıkıntılar, işsizlik, yoksulluk, bıkkınlık istiap haddini aşmış. Hepimiz acıda, sıkıntıda, yoksullukta bir olmuşuz. Aşağılanmada, hiçe sayılmada birbirimizi görmüş, dertlerde kardeş olmuşuz. Bu yüzden bazen konuşmaya bile gerek kalmadı.

Sandığa giden yolun son dönemecinde gördük ki, herkes bir çok şeyin farkında… Şimdi mesele bu farkındalığı, bir yeniyi kurma iradesine dönüştürmekte.

İktidarın, sadece bir yerel seçime giderken bile, topluma söyleyecek tek bir sözünün kalmadığının farkında herkes… Her otoriter rejim gibi, toplumu ve muhalefeti tehdit ederek, halkı hayali bir düşmanla kutuplaştırarak, son çare kendi tarafında saf tutmaya çalıştığının farkında.

Bu yüzden beka, düşman, zafer dediklerinin… Beka, düşman, zafer dediklerinde, gerçekte kimlerin kişisel bekası ve zaferini gözettiklerinin ve gerçekte düşmanın kim olduğunun farkında.

Zeytinini, tütününü, şekerini yok edenlerin, fabrikasını kapatanların, yıllarca üç kuruşa talim ederek okuttuğu ve başarısıyla gurur duyduğu evladını bir gecede işten, okuldan, hayattan atanların, şehrini mahallesini sokağını talan edenlerin artık kimler olduğunun farkında.
Kendilerine el sallayan yurttaşları, kahkahalar arasında “trene bakar gibi bakıyorlar” diyerek aşağılayan, onun aşağılamasına kahkahalarıyla destek olanların da kimler olduğunun farkında.

Dahası, artık Türkiye gibi bir ülkenin yalnızca hayali düşmanlara, komplo teorilerine ve zora dayanarak uzun süre yönetilemeyeceğinin farkında.

En önemlisi, farkettiklerini dile getirdiğinde, öz olarak “değişim” dediğinin de farkında. Bu değişime hazır olanları ortaklaştıracağımız bir gelecek hedefine doğru ilk adımları atmak için 31 Mart’taki sandık Türkiye için bir fırsat.

Gerçekte bu iktidarın, giderek zayıfladığının da maskesi olan abartılı güç imgesi düşüyor, dağılıyor.

Şimdi bize düşen, bu iktidarın, otoriter bir rejimin zorba iktidarı olduğunu da unutmadan, iktidar zeminini daraltmak için sandığı sonuna kadar kullanmak…

Bu seçimde verilecek her bir oy, çözülme sürecine girmiş rejimin geriletilmesi yönünde bir mesaj, bir ileri adım olacak. Bu yüzden sandığa gideceğiz. Gitmeliyiz.

Ama biz de farkında olmalıyız ki bitmeyecek.

Türkiye’yi yeniden demokrasiye, özgürlüğe, barışa, adalete ve hukuka kavuşturacak olan, Pazar günü vereceğimiz oya, toplumun en geniş kesimleriyle el ele sahip çıkmak olacak.

Bu da yetmeyecek. Daha fazlasını yapacağız. Yapmalıyız.

Demokrasiyi sandıkla sınırlı gören anlayışı aşmalıyız. Oyumuzu verip, işimiz bitti evimize, eski hayatımıza dönelim, yok artık. Yeniyi kurmak için bir arada durmalıyız, elele durmalıyız, omuz omuza durmalıyız.

Şimdi sandığa gitmek ve bu geleceğin nefesini mahallemizden Türkiye’ye verme zamanı. Sonra da o geleceği kurma…