Hiç kimse karnından konuşmasın. Demokrasilerle faşist rejimleri birbirinden ayıran bir numaralı ölçüt, itiraz ve protesto hakkıdır. Bu hakkın kullanılmasına, şu veya bu ölçüde engel getirilen bir rejimin de demokrasi ile yakından uzaktan alakası yoktur. Bunun "şu kadarına izin veriliyor, bu kadarına izin veriliyor, şu kadardan sonra biraz sakıncalı, bu ölçüden sonrası zararlı, o kadarı yararlı" gibi bir "skala"ya tabi tutulması da demokrasinin özü ile bağdaşmaz.

Bu işin "gri alanı" yoktur.

Demokratik örgütlenme, denetim ve itiraz mekanizmalarının kullanılamadığı, kullandırılmadığı rejimlere "yarım demokrasi" bile demek, demokrasinin özüne ve tanımına aykırı bir durumdur.

İnsanların gerek mesleki, gerekse sosyal veya ekonomik hakları için örgütlenmelerinin önüne engel getirilen toplumlarda sadece ve sadece "faşizmin değişik versiyonlarının - varyantlarının" yürürlükte olduğundan söz edilebilir.

Bugün ülkemizde, on yıllar boyu şanlı mücadelelerle kazanılmış olan mesleki yapılar ve çatılar altında örgütlenme hakkına yönelik ağır bir taarruz söz konusudur. Ciddi bir direniş gösterilerek şu an için en azından akamete uğratılmış görünen "Baroların bölünmeye çalışılması" girişimi kısmen püskürtülmüş, şimdi de hekimlerle mühendis ve mimarların örgütlenmelerine "topçu atışı" başlamıştır.

***

Prof. Şebnem Korur Fincancı’nın bir demeci bahane edilerek tutuklanması, ağır cezalar talep edilerek yargılanması, onun üzerinden de Türk Tabipleri Birliği (TTB)’nin (utanmasalar kapatma talep edecekler de) "sanık saldalyesine" oturtulması süreci, demokrasilerde asla rastlanmayacak faşizan girişimlerden biridir.

Bu olayın akabinde, uzun süredir zaten her fırsatta hedef aldıkları Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB)’nin de adından Türk sözcüğünün kaldırılması amacı, trajikomik bir düşünce halinin ürünüdür.

Maksat bellidir. Dertleri aslında, bu örgütlerin ismindeki "Türk" ifadesinin var olması ya da olmaması değildir. Asıl amaç, "demokratik (kongre - sandık - seçim - delege iradesi) yollarla ve tek tek meslek mensuplarını ikna ederek" ele geçiremedikleri meslek kuruluşlarını, "devletin sopasını (idari kararlar - kolluk gücü - bağımlı yargı mekanizması) kullanarak" ele geçirmek, daha doğrusu "çökmek"tir.

Zaten, yerel yönetimler örneğinde sıkça ve utanmazca yaptıkları gibi her fırsatta "kayyum silahı"nı çekmekten asla geri durmayan muktedir irade, hür tür meslek mensubuna da bu sopayı sallamakta asla sakınca görmemektedir. İktidar kulislerinden besleme medya manşetleri ve kiralık yazar sütunları aracılığıyla yayılan havadise bakılırsa, aynı "baro örneğinde" olduğu gibi bu örgütlerin de "çoklu" anlayışla bölünüp parçalanması hedeflenmektedir.

Asıl fotoğrafı asında herkes biliyor.

Bugün Türkiye’yi yönetemeyen, yönetemedikçe de hırçınlaşan siyasi irade "eğitimli, donanımlı, profesyonel ve zihinsel kapasitesi yüksek, en önemlisi de örgütlü meslek mensuplarından" ölesiye korkmaktadır. Bunları dize getirmek amaçlı her türlü baskıyı ve saldırıyı mübah görmekte, iktidarını yitireceğini anladıkça, bu yolda elinde ne silah varsa kullanmaya çalışmaktadır. En ufak bir basın açıklamasından, bir itirazdan, bir protesto girişiminden tutun da, idari ve yargı uygulamaları ile, bu örgütlenmeleri ve meslek erbabını adeta "anasından doğduğuna pişman etmek" istemektedir.

Zaten işçiden öğretmene, emekliden öğrenciye, basın çalışanından sağlık emekçisine, kadın hakları savunucusumdan LGBTİ+’ya kadar toplumun hoşnutsuz her kesiminden yükselen homurdanmayı bastırmak için polis şiddetini cömertçe kullanmaya başlayan iktidar, seçime gidilen düzlemde (sath-ı mailde) bunu yoğunlaştırmaya, koyulaştırmaya eğilimli olduğunu da gizlememektedir.

***

25 Kasım günü Beyoğlu ve civarında, Kadıköy’de ve Türkiye’nin her yerinde sadece gösteriye ve yürüyüşe değil, milyonlarca insanın normal yaşan rutinlerine dahi şiddetle müdahale eden polis, bunun işaretini bir kez daha sert biçimde vermiştir.

Bu işaretler son derece vahim ve uyarıcıdır. Çünkü bugün yaşananlar, seçim tarihi yaklaştıkça olacakların da kötü bir habercisidir.

Muhalefet partilerinin etkinliklerine yollanan "bindirilmiş provokasyon çeteleri", muhalif belediyelerin hakla hizmet için yaptıkları (öğrenciye bedava çorba dağıtma vb.) etkinliklerin yine yandaş çetelerce engellenme girişimleri, bu "endişe verici gidişin" alarm sinyalleri sayılmalıdır.

Bugüne kadar herkesin dillerine pelesenk ettiği bir şiar vardır:

"Mutfak yangını ve tencere, iktidar değişikliklerinde tayin edicidir."

Buna katılmıyorum.

Bence doğru şiar, "Örgütlü mücadele tayin edicidir" şeklinde bellenmelidir.

Mutfak yangını, sağcı ve kapitalist - liberal ekonomik modellerde emekçi kitlelerin her zaman çektikleri bir sıkıntıdır. Ama tüm seçimlerde bu yangının ille de etkili olmadığı görülmüştür.

Seçimi kazanacak olanın ve iktidarı emekten. demokrasiden yana değiştirecek olanın "örgütlü mücadele" olduğu unutulmamalıdır.