Yeraltı mı yerüstü mü? Yıkım mı, kalkınma mı?

SELİN SAYEK BÖKE
CHP Parti Meclisi Üyesi
İzmir Milletvekili

Ölüm geliyor aklıma birden ölüm, Bir ağacın gövdesine sarılıyorum.

Cemal Süreya’nın aklına ölüm düşünce ağacın gövdesine sığındığı gibi biz de yıllardır rantçı ekonomik düzene dur demek için, özgürlüğümüz için, ölüm yerine yaşam için, ağaçlarımızın gövdelerine sarılıyoruz. Gezi’de, Yırca’da, Cerattepe’de... Bugün yine ağaçlarımıza, zeytin ağaçlarımıza sarılma zamanı. Tam da zamanı çünkü karşımıza konan ekonomi tercihi, ölümü vaat ediyor.

Adına ‘’Üretim Reformu’’ denen kanun teklifi, Saray Rejimi’nin ekonomi politik tercihini bir kez daha çok açık biçimde ortaya koyuyor. Üretimden anladıkları sadece inşaat, taş ocakları ve madenler... Madene, inşaata dayalı bu düzenin nasıl yürürlüğe sokulduğunu Yırca’nın isyanından, Soma’nın acısından hatırlıyoruz. Bu düzenin araçları, kamunun elindeki maden ocaklarını özel sektöre tahsis etmesi, teşvikler ve alım garantili anlaşmalarla sömürüye dayalı üretimi pompalaması, işçi güvenliği ile ilgili kamuya düşen düzenleme, denetleme ve cezalandırma süreçlerini tamamen yok sayması oldu. Alım garantisini, düşük maliyet garantisi ile güçlendiren bu yapının yaşamsal maliyetlerini yıllardır yaşıyoruz.

Saray rejiminin devamlılığını sağlayan bu rant düzeninin son bulması, siyasetinin de sonu anlamına geleceğinden kaynağa sıkışan rejimin hep daha çok yıkım, hep daha çok rant peşinde koşması kaçınılmaz.

AKP iktidarının ekonomi politiği üç evreden geçerek bu noktaya taşındı. Birinci evre kurumsal yapılarda iyileştirmeler ve makroekonomik istikrarı hedefleyen ancak bir yandan da kamusal varlıkları ve hizmetleri piyasaya aşırı teslim eden ve sosyal devleti ortadan kaldıran adımlardan oluşuyordu. İkinci evrede, piyasaya teslimiyet ve ‘’bırakınız yapsınlar’’ yaklaşımı daha da derinleştirildi. Bütüncül bir ekonomik çerçeve yerine, piyasada kimlerin ‘’bırakınız yapsınlar’’ özgürlüğü ile hareket edeceğine siyasilerin karar verdiği, bu kararların teşvikler ve vergi cezaları ile şekillendirildiği bir ekonomi çerçevesine geçildi. Üçüncü ve son evre ise artık parti devletinin yerleştiği ve bununla uyumlu ekonomi politiğin gerekliliği olarak devlet kapitalizmine tam geçildiği dönem oldu. 16 Nisan gayri meşru referandumu ise toplumun büyük kesimlerinin işte bu düzene Hayır demesi ile sonuçlanmıştır.

Ekonomi yönetmek, elinizde olan kaynakları nasıl kullanacağınıza dair tercihler yapmaktır. Saray rejiminin tercihi açık: Üretim yapısını inşaata ve ranta dayalı şekle dönüştürmeye devam etmek, emeğin ucuz ve güvencesiz çalışmaya mahkum edildiği bir üretim düzenini daha da perçinlemek. Bu tercih, eninde sonunda yerin altıyla yerin üstü ve ölümle yaşam arasında. Bu tercih, madenlerle zeytin ağaçları arasında. Zeytinliklerin yok edilmesine dair ortaya konan tercih, tam da Saray rejiminin ekonomi politiğini yansıtıyor.

Bizim tercihimiz de açık. Bizim üretimden anladığımız rantçı inşaat değil. Bizim üretimden anladığımız tarım, sanayi, bilim. Katma değeri yüksek bir üretimi sağlayabilmek için yapılması gerekenler belli. Sihri zeytin ağacında yatıyor. Ülke, o zeytin ağacını emek emek yetiştiren, ondan üretim yapanları merkezinde barındıran politikalarla kalkınacak. Bunu sağlamayı dert ettiği için de, mesela Anayasal bir hüküm olan Ekonomik ve Sosyal Konsey’i toplamayı ciddiye alacak, böylece demokrasiyi ve toplumsal barışı da yaşatacak.

Zeytin ağacına bakınca yok etmeyi değil, onu var ederek sanayileşmeyi, enerji üretmeyi bilecek bir kalkınma hamlesini başlatmalıyız. Mesela zeytinin kendisinin katma değerini artırıcı yatırımlar kadar, zeytinciliğin yan ürünlerinin birçok katma değeri yüksek üretime girdi olacağını da bilmeliyiz.

Zeytinin kendisi, kendisinden yağı, çekirdeğinden enerjiyi üretebilmek teknoloji gerektirir. Katma değeri yüksek üretimden anladığımız da budur. Zeytinde gelecek gören bir anlayış için teknoloji, teknoloji için bilim, bilim için eğitimde yeni bir anlayış gerekiyor. Bilimsel temelli, laik eğitim anlayışının Sanayi 4.0’ı yakalayan bir üretim dönüşümünün verimlilik stratejisinin temeli olması gerekiyor. Bunun için de herkese eşit fırsat sağlayan, parasız bir eğitim sistemine dayanan yeni bir sosyal devlet anlayışı gerek. Özetle, bu kalkınma hamlesi için verimlilik arttıran bir sosyal devlet anlayışı ile yeni bir kamuculuk tarif etmeliyiz. Bu sosyal devlet emeği ucuzluğu ile değil niteliği ile öne çıkartacak.

Zeytin ağaçlarını yok ederek insanları yer altına mahkum eden yıkım ve karanlık yerine, geleceği zeytinde göre bir kalkınma ve aydınlığı var etmeliyiz. Bugün Türkiye’nin ihtiyacı olan, tohumdan üreyecek köklü zeytin ağaçlarıyla büyüyecek bir ekonomi. Bu köklü ekonomik yapı, borçlanarak tüketen değil, üreten, sürdürülebilir bir yapı olmalı.

Zeytin ağacı suyu sever ama kendisini bölgenin iklim yapısına uydurmayı başarır. Dünya ekonomisinin bunca değiştiği bir zamanda yeni kalkınma hamlesinin mutlaka kendisini değişime uydurabilen bir yapıda olması gerekli. Bugün tüm dünyada üretim biçimleri yeniden şekilleniyor. Rekabet Sanayi 4.0 devrimini doğuruyor, küresel ekonomik iklim değişiyor. Bu değişime uyum sağlayanlar kalkınacak, ıskalayanlar gerileyecek.

Zeytin ağacının gövdesi, işlevsel olarak birbirinden bağımsız, farklı kısımlardan oluşmuş bir kümedir. Böylece, gövdenin şekli, her bir ana dalın gelişmesine göre dinamik bir şekilde değişmektedir. Sanayi 4.0 devrimi zeytin ağacının gövdesi adeta. Sanayi 4.0 devrimi, birbirinden işlevsel olarak bağımsız makinelerin, üretim birimlerinin birbiriyle iletişim kuracağı teknolojilerden oluşuyor. Bilgisayarlar, internet üzerinden birbirlerine bağlanarak akıllı fabrikalar oluşturacak, evler, arabalar, hastanelerdeki bilgisayarlar da internet üzerinden birbirleriyle sürekli iletişim içinde olacak. Bize düşen doğayı yok eden değil, doğadan öğrenen, onu üretimin içine alan yeni bir kalkınma hamlesini başlatmak. Bunun için de her şeyden önce o zeytin ağacına biraz bakmak, ondan öğrenmek gerekiyor.

Bugün esas ihtiyacımızın, bir zeytin ağacının alçak gönüllüğünden ilham alarak, görkemli Saray’lar değil, alçakgönüllü zeytin ağaçlarından yeşertilen zenginliklere ortak edilmiş bir toplum olduğunu hatırlamak.