Ne çok gündem var tartışmamız gereken. Zaman da, değişen iletişim kültürü de her bir gündemi hak ettiği yoğunlukla tartışmaya engel olmaya devam ediyor. 280 karaktere sıkışıyoruz.

Enflasyon son 15 yılın rekorunu kırdı, sene sonunda yüzde 30’lara ulaşacak. İktidar enflasyonla mücadelede politika tedbirlerini değil, polisiye tedbirleri seçti. Saray her krize tek bir çözümde ısrarcı: baskı, daha çok baskı.

İşsizlik artıyor.

Önce Hazine’yi Varlık Fonu’na sonra özel statülü özel şirket Varlık Fonu’nu Cumhurbaşkanı ve damadına verdiler. Devlet aile şirketi oldu. Enflasyon gerçeklerini beğenmeyince TÜİK’te ilgili bürokratı görevden aldılar.

EÜAŞ yönetimine, EÜAŞ’nin işlerini yapan bir şirket ortağını atadılar. Devlet yönetimi daha da keyfileşti, şirketleşti.

İşe durumu tespit ederek başlamalıyız elbette. Ama artık bu başlangıcın ötesine geçilmeli. Her zamankinden farklı araçlarla, farklı bir iş yapma biçimiyle, farklı bir siyasi içerikle, farklı bir örgütlenmeyle…

Henüz seçimler yapılmadan iktidar ve ortaklarının kayyum tehdidi savurduğu, muhtarların görevden alındığı, belediye bütçelerinin merkezileştirilerek yerel yönetimlerin alanının daraltıldığı, adil ve güvenli seçimin gasp edildiği ittifak yasasının halen geçerli olduğu bir zeminde yerel seçim havasına giriliyor…

Rantçı, neoliberal anlayış, genelden yerele kadar etrafımızı sarmış durumda. Eşitlik, adalet, özgürlük ve barış bu anlayışla genelden yerele bunca sarsılmışken, ekonomi ve demokrasi krizi eş zamanlı derinleşirken, yerelden yeni ve düzeni kökten sarsacak bir değişimde toplumu buluşturma çağrısı sokaklardan siyasilere erişmeye çalışıyor.

Ama tüm bunlar olurken siyaset, içerikle değil, kullanılacak dille sınırlanıyor. Kurulacak yeni, adil, eşit, özgür ve kapsayıcı yarınların hayalinde ortaklaşma yerine, toplumun tüm kesimlerince sempati toplayacak adaylar aranıyor.

Tabii bir yandan da hayat akıyor, bu çöküşün gölgesinde kalan kişisel gündemlerimizle… Benim için dün 12 yıl önce kaybettiğimiz sevgili annemin ölüm sene-i devriyesiydi. Özlemi gidermek, unutmamak için annemin yazılarına sığındığım bir dönem. Ve annem, Tıp Dünyası dergisinin 15 Mart 2003 tarihli sayısında, o günden bu güne ses veriyor: “… Öfkemizi ifade etmek için daha çok sokak, daha çok tepki, daha çok ses çıkarmak ve başka bir dünyayı var etmek için böyle başlamak gerekli. (Ben yaşamak, yaşatmak ve daha uzun yaşamak için tepkimi göstermeye gidiyorum.) Ve biliyorum ki savaşı durduracak kelime bugünlerde çok konuşulan tezkere değil yalnızca. Başka güzel kelimeler de var, insanlık, dayanışma, herkes için kardeşlik, zorbalığa karşı durmak gibi... Hepimize kolay gelsin.’’

Ve bugün de aynı güzel kelimeleri ve hem de sokaktan duyuyoruz. TTB’nin ‘’Sağlıkta Şiddet Yasası İstiyorum” nöbet eyleminde, 3. Havalimanı işçilerinin direnişinde, Flormar işçilerinin sendikal hak talebinde, sendikaların ‘’krizin faturasını krize yol açanlar ödemelidir’’ haykırışında duyuyor, görüyoruz.

Tüm bu çağrılar ekmek ve demokrasi mücadelesinin ne derece ortaklaştığının da dışa vurumu. Ve zorbalığa karşı durmak için Hayır iradesinin ortaklığına, kimliklerle ayrıştıran değil sınıf bilinciyle birleştiren bir yeni siyasetin varlığına, Adalet yürüyüşünde büyüyen adımların sürekli ve hayatın her alanında atılmasını sağlayacak dayanışmaya, her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğunun da anımsatması.

Özlediklerimizin anısına, geçmişi iyileştirerek yarınlara taşıma iddiamıza hep birlikte devam etmeliyiz. Hepimize kolay gelsin.