Yerel seçimler yaklaşırken, belediye başkan adaylarının isimleri de netleşiyor. 3 Ocak 2019 tarihli “yerel seçimlere doğru” başlıklı yazımda 31 Mart 2019 seçimlerine nasıl bir ortamda gittiğimizi, ekonomik krizi ve olanakları tartışmaya çalışmıştım. Yazıyı şu şekilde sonlandırmıştım: “Kentin değişim değerini değil, kullanım değerini öne çıkartan, kent-kır arasındaki ilişkiyi yeniden tanımlayan, kentsel hizmetleri çepere yayan, İstanbul başta […]

Yerel seçimler yaklaşırken, belediye başkan adaylarının isimleri de netleşiyor. 3 Ocak 2019 tarihli “yerel seçimlere doğru” başlıklı yazımda 31 Mart 2019 seçimlerine nasıl bir ortamda gittiğimizi, ekonomik krizi ve olanakları tartışmaya çalışmıştım. Yazıyı şu şekilde sonlandırmıştım:
“Kentin değişim değerini değil, kullanım değerini öne çıkartan, kent-kır arasındaki ilişkiyi yeniden tanımlayan, kentsel hizmetleri çepere yayan, İstanbul başta olmak üzere kentleri ticari bir mal olarak gören anlayışlarla hesaplaşan, kentsel siyasete katılımı mahalle ölçeğinden itibaren kuran, sermayenin değil, emeğin beklentilerine cevap üreten bir yerel siyasete ihtiyaç var. Bu seçimler sermayenin krizine karşı emeğin kentlerini kurmak için bir fırsat. Muhalefet bu fırsatı siyasal iktidarın kötü bir taklidi olmaya aday bir biçimde kullanmaya kalkarsa, fırsatın geri tepeceği açıktır.”

Ne yazık ki CHP’nin başını çektiği muhalefet cephesi açısından durum pek parlak değil. “Yerel yönetimleri AKP’den alalım da nasıl alırsak alalım” anlayışı ile siyasal ittifaklarını oluşturan, dolayısıyla somut bir yerel yönetim siyasetini ortaya koyamayan, kendini ilkesel bir zeminde inşa edemeyen bir anlayış söz konusu. Hal böyle olunca, rant çevrelerini, yerel seçimden istifade ranttan pay kapma hevesinde olan halk kesimlerini, istikbalini belediyelere tutunarak inşa etmeye çalışan yerel unsurları tatmin etmenin öncelikli mesele haline gelmesi beklenmelidir. Bu da mevcut AKP belediyeciliği ile farkını ortaya koyamayan, onun belediyecilik anlamında bir taklidi olmaktan öteye geçemeyen bir anlayışın, seçim sürecinde mayalanması ile sonuçlanabilir.

Unutulmamalıdır ki, kentsel kriz kapitalizmin krizinin bir yansımasıdır. Kentlerin kriz dinamikleri ile birlikte var olduğu, “büyük projelerin” krizleri öteleme, aşma perspektifi ile ele alındığı, AKP iktidarları ile birlikte, kırdan kent merkezlerine, kent merkezlerinden büyük şehirlere doğru ciddi bir yönelişin tetiklendiği, ekonomik büyümenin inşaat sektörüne ve finans sektörünün yarattığı kredi sistemine dayandığı bir gerçektir.

David Harvey, “Toprak sıradan bir meta değildir. Gelecekte oluşacak rantın beklentisinden doğan, farazi bir sermayedir” der. AKP iktidarları rant beklentisini yöneterek, farazi sermayeye hükmederek kentlerimizi bugünkü içinden çıkılmaz hale getirdi.

CHP ittifaklarını, “sağdan olsun, muhafazakâr olsun, yanağında mutlaka bir beni olsun” şarkıları ile oluştururken (elbette bunun istisnaları var), Cumhurbaşkanı Erdoğan, muhalefeti kimseye bırakma niyetinde değil. 16 yıldır ülkeyi, 24 yıldır Türkiye’nin en önemli kentlerini yöneten ve kentlerin bugünkü halinden birinci derecede sorumlu olan bir anlayış, kendileri açısından, oluşan boşluktan istifade ederek, çok isabetli bir biçimde muhalefet saflarına geçmiş durumda. (Burada meselenin CHP ile sınırlı bir mesele olmadığını, kendini solda gören diğer siyasetlerin de bir kriz de olduğunu ifade etmek lazım).

Cumhurbaşkanı şöyle diyor:
“Denizlerimizin kenarlarını, orman alanlarını betona çevirme gayretinde olanlar var. Şu para var ya nelere muktedir, şu kapitalizm nelere muktedir. Doğa şöyle olmuş böyle olmuş, umurunda değil. Orman falan kesiyor, götürüyor. Dikey mimari yapayım, malı götüreyim.”

Cumhurbaşkanının işaret ettiği adres son derece doğrudur: Kapitalizm, para, malı götürme. Özetle sağcılık. AKP de bunun Türkiye’de en başarılı temsilcisidir. Kendisinin bile sahiplenemediği bu sağcılığa talip olan başka bir parti var mı? Acaba CHP sağa açılma politikası ile buraya mı oynuyor?

***

Son olarak bilfiil 37 yıldır Kadıköy’de yaşayan, en az 3 kuşak Kadıköylü biri olarak yaşadığım yere dair de bir iki söz etmek isterim. Mevcut Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu’nun, Kadıköy için son derece iyi işler yaptığını düşünüyorum. Bu benim şahsi görüşüm. Her ne kadar barların istilasından, Kadıköy çarşının kalabalığından kaçıp, Kadıköy’ün daha sakin bir semtine taşınsam da bunun Kadıköy Belediyesi’nin yol açtığı bir sorun olduğu kanaatinde değilim. Kadıköy İstanbul ölçeğinde uygulanan politikaların neticesinde, kitlelerin nefes almak için kaçtığı bir yer haline geldi. O nefes alma isteği de orada yerleşik olanları nefessiz bıraktı. Neyse. Nuhoğlu döneminde Kadıköy’de Kadıköy sakinlerine temas eden pek çok proje hayata geçti. En azından belediye bana, uzun yıllar belediye hizmetleri ile pek işi olmayan biri olarak, temas edebildi. Kadıköy Belediyesi bu dönemde, konser salonları, çalışma ortamları, destek merkezleri, sağlık birimleri, spor merkezleri ile önemli bir atılım yaptı.

Aday belirleme süreci öncesinde çevremde şu sözü birden çok kişiden duydum: “Aykurt iyi işler yapıyor ama, belediye kaynakları konusunda eli sıkı. İş yapıyor ama çevresine yedirmiyor. Rantı dağıtmıyor. O yüzden işi zor.” Eğer böyleyse sağcılık yapmamış Aykurt Nuhoğlu. O yüzden mi başarısız kabul edildi, yoksa “ince” başka işler mi var bilmiyorum. İlan edilen yeni aday konusunda bir fikrim yok. Önyargım da yok. Eğer seçilirse umarım “sağcılık” yapmaz.

CHP’nin iç işlerine karışmak istemem. Ancak görünen o ki CHP gerçeğindeki sağcılık-solculuk meselesi tamamen şekilsel. Deniz Gezmiş, Mahir Çayan deyip, kürsüden sol yumruk sıkarak, iki eylemde boy göstererek sol değerlerle buluşulmuyor. Kapitalizm, sömürü, rant. Bunlar konusunda ne diyorsunuz ey solcular!