Birine göre, “Eğer büyükşehir belediyelerini alamaz isek, Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminin meşruluğu tartışmalı hale gelir.”

Diğerine göre, “Eğer terörizmle işbirliği yapanlar belediye başkanlığını kazanırsa, kayyum atarım.”

İlki, Türkiye’nin Batı yakasına oynuyor daha çok; ikincisi, Doğu yakasına. Her ikisi birlikte, “Türkiye bizim” diyor. Hangi yolla? Hukuki ve ahlaki olmayan gayri meşru yollarla.

Bu üçlü olumsuzluk, önceki iki aşamada da vardı: 16 Nisan ve 24 Haziran.

Olağanüstü yönetim sırasında zorlamalar eşliğinde gerçekleştirilen her iki seçim, ahlakilik, meşruluk ve hukukilik açısından çok tartışıldı ve sorgulandı.

- 16 Nisan sandığının OHAL’de kurulmayacağını yetkili ve sorumlu kişi olarak Başbakan açıklamıştı. Ne var ki, Anayasa da değiştirildi; sandık da kuruldu…

- Seçimlerin (24 Haziran’da değil, OHAL kalktıktan sonra) 3 Kasım 2019’da yapılması hükmünü Anayasa’ya koyan her üçü idi. Ne var ki, seçimleri zorlamalı bir biçimde öne alarak OHAL baskısı altında 24 Haziran’da yaptılar.

Ya 31 Mart seçimleri?

Aslında Türkiye, 7145 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesi ile bir tür fiili veya yasal OHAL altında. Ne var ki, Bahçeli-Erdoğan ikilisi için, OHAL’in örtülü bir biçimde üç yıl daha sürdürülmesi yeterli gelmemiş olmalı ki, yeni tehdit araçları icat gerekiyor: meşruluk ve kayyum sopası.

- “Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi (CBHS) tartışmalı hale gelir” söylemi, tehdit içeriyor. Kendi deyişleri ile, “CBHS’nin beka sorunu” var. Sistem (!) ihdasında kullandıkları yöntemler, gayri meşru ve ahlak dışı, üstelik Anayasa’ya aykırı olduğu için, bunu yerel seçimler vesilesi ile pekiştirmek istiyor; ama daha çok, seçimleri almak için CBHS’yi sopa olarak kullanıyor.

- Kayyum sopasına gelince; şu anda “kayyum altında olan 101 belediye”, ne ölçüde Anayasa madde 127 çerçevesinde yönetilmekte? Başka bir deyişle, 101 belediye yönetiminin ne kadarı Anayasal çerçevede görevden alındı ve kayyum atamaları ne ölçüde anayasal?

Bunları bile tartışamadan; CB’den çok AKP Genel Başkanlığı şapkası ile politika yapan (ancak medyanın hep CB sıfatını kullandığı kişi), anayasadışılığın da ötesine geçiyor: Yüksek Seçim Kurulu (YSK) ve seçmenleri örtülü veya dolaylı biçimde tehdit ediyor.

- YSK: “Kayyum atarım” tehdidi, YSK’ye, ‘eğer benim adaylarım karşısında seçimleri kazanma ihtimali bulunan kişilerin adaylığını kabul edersen, ben onları görevden alırım’ anlamına geliyor.

- Seçmenler: ‘Benim adayıma oy verin; aksi halde oylarınızla seçilen başkanı görevden alacağım.’

Suçlandırarak seçim kazanma

Birbirinden farklı da olsa, müttefikler, yöntem ve hedefte buluşuyor: tehdit ve şantaj yoluyla yerel seçimleri kazanmak ve 2023 seçimlerine umutla bakmak.

Türkiye’nin hukuktan uzaklaşarak kişi yönetimi pekiştikçe bunalımlar sarmalının derinleşmesi, adamların umurlarında değil.

Rahip Brunson skandalı veya C. Kaşıkçı cinayeti, İş Bankası operasyonundan daha az önemli ikili için: İktidar ve para iştahı, yargı bağımsızlığı, insan yaşamı ve manevi miras gibi kavram ve değerleri gölgeliyor.

Kuşku ve korku

İkili, böylece, bir yandan, geçen iki sandığın gayri meşruluğunu, öte yandan, yerel seçimleri kaybetme korkusunu dışa vurmuş oluyor.

Bunun için, zaten suçlu gördüğü HDP üzerinden CHP’yi kriminalize etmeye çalışıyor; çünkü, CHP Batı’da, HDP ise Doğu’da güçlü.

Oysa AKP, on yıl önce Anayasa Mahkemesi tarafından “Anayasa’ya aykırı eylemlerin odağı” olmakla mahkûm edilmişti. Hukuki olmasa da, manevi ve hakiki lideri ise, tam iki yıl önce, şimdiki müttefiki tarafından “Anayasa suçlusu” olarak ilan edilmişti.

Buna rağmen, 16 Ekim 2016’dan bu yana ittifak halinde hareket eden ikili açısından durumun özeti şöyle:

- 16 Nisan 2017 -OHAL ortamında- “plebisiter anayasa oylaması”nda YSK’nin mühürsüz oyları da geçersiz sayması sonucu kılpayı sayısal üstünlük elde etti.

- 24 Haziran 2018 “çifte seçimleri” de, kılpayı lehlerine sonuçlandı.

- 31 Mart 2019 korkusu büyük haliyle: Anayasa dışı ve gayri meşru yol ve yöntemlerin yeterli olmayacağını anlamış olsalar ki, artık açıkça, “şantaj, tehdit ve suçlandırma” yollarını deniyor.

Hukuki/meşru/ahlâki

Bu resmî devlet harekâtı karşısında; CHP-HDP-İYİ Parti-Saadet Partisi ve diğerleri için, “hukuk/meşruluk/ahlakilik”, ortak payda olarak kabul edilmeli ve yerel seçim hazırlıkları bu zeminde yürütülmeli.

Onlar, ikilinin bu üçlü dışında kalan uygulama, eylem ve söylemlerini sürekli teşhir etmeli; ama asla ihtiyatı elden bırakmamalı; her hukuk dışı ve şiddet çağrışımı yapan davranıştan ısrarla kaçınmalı…

Çünkü 31 Mart seçim sonuçları, 16 Nisan ve 24 Haziran seçimlerinin testi ve rövanşı olacağı gibi, “Türkiye’nin 21. Yüzyıl haritası”nı çizici bir özelliğe sahip olacak.