2018 yılını geride bıraktık. 2019 yılı ise beklentileri ile geliyor. Umut noksanlığı hepimizi esir almış durumda. 2018 yılının ilk günlerini cumhuriyet tarihinin belki de en önemli seçimlerinden birinin tartışmaları ile girmiştik. Rejim değişiyor, TBMM sembolik bir hale geliyor, bakanlıklar sermayenin doğrudan temsilcilerine bırakılıyor; tek kişinin sözü yasaların, yargının TBMM’nin üstünde bir nitelik kazanıyordu. Seçim “adam […]

2018 yılını geride bıraktık. 2019 yılı ise beklentileri ile geliyor. Umut noksanlığı hepimizi esir almış durumda. 2018 yılının ilk günlerini cumhuriyet tarihinin belki de en önemli seçimlerinden birinin tartışmaları ile girmiştik. Rejim değişiyor, TBMM sembolik bir hale geliyor, bakanlıklar sermayenin doğrudan temsilcilerine bırakılıyor; tek kişinin sözü yasaların, yargının TBMM’nin üstünde bir nitelik kazanıyordu. Seçim “adam kazandı” sözünün gerisinde, muhalefetin örgütsüzlüğünün ortaya çıkardığı bir sonuç ile karşılaştı. Muhalefet için bu yenilgi, umutsuzluğu gün be gün artırdı.

2019 yılına girerken ise gündem yine seçimler. Bir süredir Türkiye, cumhuriyet tarihinin en yoğun seçim takvimi ile karşıya karşıya. Siyasal iktidar, ringde oyunun kurallarını kendi koyan, rakibini yenmek için sahaya birden çok oyuncu ile çıkan, yanına kimi çekmek istese alan, karşısındakini her defasında yenip, yeni bir zafer için başka bir müsabaka takvimi ile ortaya çıkan, yenilmez ancak sürekli olarak yenilmezliğini ispat etmek zorunda hisseden bir boksör gibi. Bir farkı gizli ortaklıkların, artık açık ittifaklara dönüşmüş olması.

31 Mart 2019 tarihinde gerçekleşecek olan yerel seçimler, yine zor bir gündem ile önümüze geldi: Ekonomik kriz, hayat pahalılığı, Suriye meselesi siyasal iktidar açısından içinden çıkılması güç bir denklem sunuyor.

Ekonomik büyümenin dinamosu olan inşaat sektörü, yılın 3’üncü çeyreğinde yüzde 5,3 daraldı. Sanayi üretimi de bir önceki yılın aynı ayına göre ekim ayında yüzde 5,7 azaldı. Ekonomiyi ayakta tutmak adına alınan tedbirler, vergi indirimleri, teşvikler, işsizlik fonundan ciddi bir kaynak transferini gerektiriyor. Alınan tedbirlerin hazine açısından da karşılıkları var. Enflasyonla mücadele altında, araba, benzin gibi enflasyon sepetinde ağırlığı olan ürünler üzerinde, vergi indirimleri gerçekleştiriliyor. Bu sokaktaki enflasyon ile halkın enflasyonu arasındaki açıyı bozan bir özellik gösteriyor. Bugün açıklanacak olan enflasyon verilerinin düşük çıkması, milyonlarca emekçi açısından, yani enflasyon farkı beklentisinde olanlar açısında, arzulanan bir durum değil.

Suriye meselesi ise iki boyutu ile kritik bir öneme sahip, bunlardan birincisi, iç pazarda kriz yaşayan özellikle yatırımlarını betona gömen sermayenin, Suriye’nin yeniden inşasında pay kapmayı bir soluklanma meselesi görmesidir. Suriye meselesine büyük umutlarla giren Türkiye, öngördüğünden çok daha küçük bir alanda varlık göstermiş olmanın krizini yaşamaktadır. ABD’nin YPG tercihi bu süreçte belirleyici olmuştur.

İkinci boyut ise Suriye’nin Türkiye bağlamında iç siyaset açısından hala işlevsel bir araç olmasıdır. Ancak olası savaşın maliyeti, hesapları bozabilecek önemdedir. Türkiye’nin askeri hareketleri için borçlanma gereksinimi olduğu açıktır.

Yerel seçimler açısından meselenin bir diğer boyutu ise, kentsel sorunların içinden çıkılmaz bir hale gelmesidir. Kent içinde ulaşım, toplu ulaşım konusunda atılan adımlara rağmen gerek bölgesel entegrasyon, gerekse artan nüfus baskısı ile iş saatlerinde çileye dönüşmüştür. Pek çok kent altyapı sorunları ile boğuşmaktadır. Köyden kent merkezlerine, kent merkezlerinden büyük kentlere akış sorunu derinleşmektedir. Kentlerin dikey hareketi kentsel krizi beslemektedir. Kentsel dönüşüm süreci, müteahhitlerin yükselen fiyat baskısı altında akamete uğramıştır.

Siyasal iktidar rant beklentisi üzerinden destek topladığı, kentin çeperine yerleşmiş, kırsal nüfusun kendisine ilgisini diri tutacak araçlara ihtiyaç duyacaktır. Bu nedenle inşaat sektöründeki daralmanın, büyük projelere kaynak aktarmada yaşanan zorlukların yerel seçimlere giderken anlamı açıktır.

Kentin sınıfsal ve mekânsal ayrışmasının siyasal olarak da karşılığının olduğu açıktır. Bu süreçte alternatif bir yerel yönetim siyasetinin araçları şüphesiz mevcuttur. Kentin değişim değerini değil, kullanım değerini öne çıkartan, kent-kır arasındaki ilişkiyi yeniden üreten, kentsel hizmetleri çepere yayan, İstanbul başta olmak üzere kentlerin ticari bir mal olarak gören anlayışlarla hesaplaşan, kentsel siyasete katılımı mahalle ölçeğinden itibaren kuran, sermayenin değil, emeğin beklentilerine cevap üreten bir yerel siyasete ihtiyaç var. Bu seçimler sermayenin krizine karşı emeğin kentlerini kurmak için bir fırsat. Muhalefet bu fırsatı siyasal iktidarın kötü bir taklidi olmaya aday bir biçimde kullanmaya kalkarsa, fırsatın geri tepeceği açıktır.