Ülke gündemini yeniden ağırlıklı olarak seçim eksenli tartışmalar işgal etmeye başladı. İktidardaki yeni-MC koalisyonu, Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimi sonrası, ittifaklarının sona erdiğini açıklamalarına rağmen, birlikteliklerini yerel seçimlerde de sürdürme kararı aldılar. Tartışmalar ağırlıklı olarak son seçimdeki oy oranları ve “herkesten oy alabilecek aday bulma” üzerinde yürüyor. Genel siyasetsizlik hali bu seçim sürecinde de devam ediyor. Nasıl bir yerel yönetim politikası izleneceği ve geçmiş yönetimlere dair bir muhasebe yok ortada. Muhalefet tarafında defalarca denenmiş olan, siyaseti “karşı mahalleye seslenme ve sadece bir halkla ilişkiler” meselesi olarak gören yaklaşım devam ediyor.

Tam burada bir parantez açarak, tartışmayı doğru zemine çekmenin, özellikle CHP’deki ve genel olarak AKP’den kurtulmak isteyen kesimlerdeki zorluğuna değinmek istiyorum. 24 Haziran seçimlerinin sonucu ve sürecin yönetilmesindeki fahiş hataların yarattığı umutsuzluk, kriz iklimi, iktidarın OHAL’i süreklileştirmesi ve siyasal özgürlüklerin alabildiğine boğulması gibi etkenler yılgınlığa yol açmış durumda. Doğru bir söz bile küfürle en iyi ihtimalle alayla karşılanıyor. Üstelik bu yaklaşım parti politikalarını belirleme olanağı olmayan ve baştan beri doğru yönde çaba gösterenlere de uygulanıyor çoklukla.

Anlaşılabilir bir durum. Anlaşılmaz olan ise, eldeki olanakları en optimum kullanmak zorunda olan karar vericilerin, bu duruma dair bir şeyler yapmak yerine, her zamanki siyasetsizlik, hamaset ve gerçeklikten kopuk davranmaları. CHP özelinde ise tabanın, parti içi eleştiri ve tartışmalara dair tahammülsüzlüğü bu dönemlerde tavan yapıyor. “Tam da seçim öncesi sırası mı?” şeklinde özetlenebilecek bu yaklaşım partiye egemen olan kliklerin, “yönetme ve haklı tepkileri bastırma enstrümanı” haline geliyor. Bu tepkilere rağmen doğruların dillendirilmesinden vazgeçilmemesi gerekir diyerek parantezi kapatıyorum. (Ben bu çabamı CHP özelinde bu köşeyi çok meşgul etmeden sürdürmeye çalışacağım.)

İçine girdiğimiz yerel yönetim seçimi sürecinin özgün durumları var. En önemlisi kriz iklimi. İktidarın da kabul etmek zorunda kaldığı daralma, hatta stagflasyon döneminde belediyelerin önemi daha da artacaktır. Belediye hizmetlerinin fiyatlandırılması, sosyal yardımlar, kreş ve yurt gibi olanaklar halkla doğru ve direkt ilişki kurulmasını sağlayabilecektir.

Öte yandan, İktidarın belediyelere dönük kayyum, istifa ve açığa alma uygulamaları, tek hesap düzeni, merkezi idareye alınan imar ve planlama yetkileri, imar affı gibi vesayetçi yaklaşımı belediyelerin alanını daraltıyor. Hatta büyükşehir ilçe belediyelerinin kapatılması bile tartışılıyor. Tüm bunlar yeni, demokratik, halkçı ve radikal bir yerel yönetim anlayışını zorunlu kılıyor. Rantçı ve Neo-liberal belediyecilik anlayışını benimseyen belediyecilik anlayışı terk edilmelidir.
Bu seçim sürecinin bir özgün durumu daha var ki anlamakta güçlük çekiyorum: seçim güvenliği ve seçimin adil koşullarda yapılmasına dair sessizlik!
Anayasa Referandumu ve 24 Haziran seçimleri öncesinde seçim güvenliği ve seçimin adil koşullarda yapılmasına dair tartışmaların esamesi okunmuyor. O süreçte elde edilen birikimlerin nasıl kullanılacağına dair yaygın bir tartışma ya da girişim yok.

Parti yöneticileri adaylara ve adaylaşmaya odaklanmış durumda. Sanki YSK değişmiş, yasalar düzeltilmiş, adaylar adil ve eşit koşullarda yarışacak. Oysa ittifak yasası olarak adlandırılan değişiklikler bu seçimde (ve değişmediği sürece bundan sonraki seçimlerde de uygulanacak. Ki bu değişiklikler kamuoyuna “seçim güvenliği çalındı” diye duyurulmuş, seçim sonuçları bu nedenlerle “gayri meşru” ilan edilmişti). Üstelik seçmen ve sandık taşınması uygulaması yerel seçimlerde daha fazla etki gösterecektir. Bunun yanında yerel dinamiklerin etkisi ile seçim güvenliğini sağlamak daha zor olacaktır. İktidarın seçime ve seçmen iradesine müdahale kabiliyeti ve cüreti de artmış durumda. Bırakın beceriksizliklerin hesabının sorulmasını, 24 Haziran seçimlerinde Şanlıurfa’da uygulanan yolsuzluk ve şiddetin bile hesabı sorulmadı.

Mükerrer oy ve seçmen tartışmaları orta yerde duruyor.

Şimdi tüm bunlar olmamış gibi davranarak, siyasi sonuç çıkarmadan, tekrar hamaset ve arkası boş böbürlenmelerle seçime hazırlanılıyor ya da hazırlanılıyormuş gibi yapılıyor. “Ne yapmalı?” sorusuna “en acımasızdan özeleştiri yaparak ve hesap sorma ile başlamalıyız” demiştim.

Şimdi tam sırası...