NEjLA DOĞAN – EĞİTİMCİ Adil bir kentsel düzen, adalete en çok ihtiyaç duyan ama bunu savunacak güç ve olanaklardan yoksun olan çocukların kent üzerindeki haklarının gözetilmesini, gereksinimlerinin karşılanmasını gerektirir; bu bağlamda yerel yönetimlere önemli sorumluluklar yükler. Ayrıca Türkiye’nin taraf olduğu Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, temel olarak çocuğun yaşama, gelişme, katılım, ayrımcılığa uğramama, kendini ifade etme, […]

Yerel yönetimler ve  çocukların kent hakkı

NEjLA DOĞAN – EĞİTİMCİ

Adil bir kentsel düzen, adalete en çok ihtiyaç duyan ama bunu savunacak güç ve olanaklardan yoksun olan çocukların kent üzerindeki haklarının gözetilmesini, gereksinimlerinin karşılanmasını gerektirir; bu bağlamda yerel yönetimlere önemli sorumluluklar yükler.

Ayrıca Türkiye’nin taraf olduğu Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, temel olarak çocuğun yaşama, gelişme, katılım, ayrımcılığa uğramama, kendini ifade etme, düşüncelerini özgürce açıklama ve çocuğun yüksek yararını gözetme ilkeleri ile kamuya önemli görev ve yükümlülükler getirir. Dolayısıyla çocuğun haklarını ve yaşam koşullarını ailesinin olanaklarıyla sınırlı tutmaz; başta eğitim, sağlık gibi temel haklara ulaşabilmesini ve sağlıklı bir sosyal yaşamın parçası olabilmesini kamusal bir görev olarak tanımlar.

Ancak son yıllarda temel haklara ulaşabilmek bağlamında en çok zarar gören, eşit yurttaşlık idealinin en çok yara aldığı kesim ne yazık ki çocuklar; özellikle de sınıfsal açıdan gittikçe büyüyen bir yoksullukla mücadele etmek zorunda kalan ailelerin çocukları… Çünkü iktidarın piyasacı bir İslamizasyonu önceleyen tutumu, kamusal hizmetlerin hem alanını daralttı hem de niteliğini değiştirdi. Devletin tüm kurumları yeniden yapılandırılırken, yurttaşlara hizmet sunma amacından gittikçe uzaklaşıldı. Sunulan hizmetler ise toplumun beklenti ve taleplerini karşılamaktan çok, iktidarın ideolojik amaçlarına hizmet etmeye odaklandı. Temel bir kamusal hizmet alanı olan ve çocukların yaşamlarının en önemli parçasını oluşturan eğitim süreçleri de bu dönüşümden en büyük payı aldı.

Okullar, uzun süredir iktidar için piyasacı ve dinci unsurların eğitim süreçlerine dâhil edildiği bir fırsatlar alanına dönüşürken, bu dönüşüm aileler ve öğrenciler için bir kriz durumunu ifade eder hale geldi. Bu kriz, özellikle çocukların yaşamlarını derinden etkileyen iki soruna yol açıyor. Bunlardan ilki; devlet okullarının büyük kısmının akademik eğitim açısından yetersizleşmesi; laik, bilimsel, nitelikli eğitimin yerini dinselleşmenin alması; veliler tarafından ısrarla talep edilmesine rağmen fen, anadolu, sosyal bilimler gibi okul türlerine yatırımların azaltılıp, imam hatip, din eğitimi ve mesleki eğitim bütçesinin artırılması. İkincisi ise; okulların fiziksel olanaklar ve sosyal ihtiyaçlar bağlamında birer yoksunluk-yoksulluk mekânlarına dönüşmesi; kütüphane, laboratuvar, spor salonu, sosyal etkinlik alanları, oyun alanları ve yeşil alanlar açısından çoraklaşması, çocuklara yönelik sosyal faaliyetlerin MEB’le protokol imzalayan çeşitli dinci dernek ve vakıflara bırakılması.

Bu tablonun en önemli sonucu ise; özellikle yoksul çocuklar için imam hatipler ve mesleki eğitimin bir zorunluluk haline gelmesi; çocukların sosyal yaşamlarının da dernek ve vakıfların gerici faaliyetleriyle kuşatılıyor olması. Diğer yandan ekonomik durumu elverişli aileler ile banka kredisiyle koşullarını zorlayan orta sınıflar ise hızla özel okullara kaçıyor, çocuklarının kültürel-sosyal ihtiyaçlarını da satın alma yoluna gidiyor. Böylece var olan eğitim sistemi bir yandan çocuklar arasındaki sınıfsal farklılıkları kemikleştiren bir ayrışmanın zeminini oluşturuyor ve özellikle yoksul çocuklar için sosyoekonomik kökenlerinden kaynaklanan dezavantajları sürekli hale getiriyor; diğer yandan eşit, nitelikli, bilimsel, parasız eğitim hakkını ortadan kaldırıyor; sağlıklı sosyalleşme ve kendini gerçekleştirme olanağını da en baştan yok ediyor.

Çocuğun okul ve ev dışında yaşamını geçirdiği diğer alanlar da, yine ya ailesinin ona sunabildiği koşullar ya da kentin sunduğu olanaklarla sınırlı. Ancak kamusal alandaki piyasacı dönüşüm, kentlerin kullanımını ve yerel yönetimlerin kente dair politikalarını da dönüştürdü; kentlerin halkçı, eşitlikçi ve kamu yararını esas alan niteliği gittikçe yitirildi. Dolayısıyla çocuklar açısından okulda üretilen eşitsizlikler kentsel mekânın örgütlenmesinde de süreklilik gösteriyor ve yeniden üretiliyor. Okulun ortadan kaldırdığı fırsat ve olanak eşitliği, sokakta, mahallede de ulaşılamaz hale geliyor. Böylece yoksul ve varsıl çocukların eğitimden anladıkları, beklentileri ve okula karşı tutumları nasıl farklılaşıyorsa, kente ilişkin tutum ve beklentileri de yaşadıkları çevrenin sosyoekonomik ve kültürel kökenleri bağlamında farklılaşıyor. Semtler ve okullar arasında uçurumlar oluşuyor, gettolar ortaya çıkıyor. Bir imam hatip ya da meslek lisesinde okuyan ve yaşamını neredeyse kendi mahallesinde geçiren öğrenciyle pahalı bir okula gidip, tüm eğitim-öğretim ve sosyalleşme ihtiyaçlarını gerçekleştiren öğrencinin geleceğe bakışı, hayalleri ve umutları bile eşitsiz hale geliyor.

Bir başka sorun, yerel yönetimlerin temel işlevinin rant yaratmaya dönüşmesi ve kentlerin alış-veriş kültürü üzerine inşa edilmesi. Bu da yine en çok çocukların yaşamlarını olumsuz etkiliyor. Çocukların mahallerinde kolaylıkla ulaşabilecekleri oyun alanları, spor tesisleri, parklar hızla yok olurken, bunların yerini AVM’ler alıyor. Kent merkezlerinde değerli arazilere sahip okullar boşaltılıp, arazileri yandaşlara peşkeş çekilirken, çocuklar bulundukları çevreden sürgün ediliyor. Kentin piyasacı dönüşümü İslamcı dönüşümle bütünleştiriliyor; değerli araziler dinci vakıf ve derneklere veriliyor; bu dernek ve vakıfların belediyelerle imzaladığı protokoller sonucunda kamuya ait tesis ve binalar dinci-gerici faaliyetlerin yürütülmesinde kullanılıyor. Ve bu faaliyetler özellikle de yoksul çocuklar için okul dışı sosyalleşme etkinlikleri olarak sunuluyor. Dolayısıyla zaten okullarda sistematik olarak sürdürülen gerici uygulamalar, bir de okul dışı sosyal etkinlikler bağlamında çocuğun karşısına çıkıyor, çocuğun tüm yaşamını kuşatan alternatifsiz bir gerçekliğe dönüşüyor.

Maddi olanaksızlıklar nedeniyle, nitelikli eğitim, spor, sanat, bilim vb. alanlardaki ihtiyaçlarını satın alma yoluyla gideremeyen, bunları okulda ya da kentin sunduğu olanaklar kapsamında karşılayamayan çocukların, yakın çevrede oyun oynayabilecekleri açık alanlar da yoksa tamamen evlerine hapsolduğunu görüyoruz. Böylece çocuklar okul dışındaki kamusal alanlarla ilişki kuramaz hale geliyor. Bu da sonuç olarak karşımıza dijital oyun ve sosyal medya bağımlılıklarını çıkarıyor. Genç kuşaklar arasında içe kapanma, toplumdan uzaklaşma, topluma yabancılaşma ve bireyselleşme hızla artıyor. Çoğu aile bu durumdan hoşnutsuz olsa da, çocuklarının ev ortamında bulunmasını tercih ediyor; çünkü sokakları yeterince güvenli ve çocuklarının ihtiyaçlarına cevap verecek alanlar olarak görmüyor.

Tam da bu nedenlerle parasız, bilimsel ve nitelikli bir eğitim mücadelesi ile birlikte kentleri de çocuklar için dönüştürmek önemli görünüyor. Yerel yönetimlerin yurttaşlar için ama en çok da çocuklar için sosyal adaleti gözeten halkçı-kamucu bir çizgide yeniden örgütlenmesi, meşru bir toplumsal talep ve mücadele alanı olarak önümüzde duruyor. Kentin kullanım hakkı ve yurttaşlık hakları bağlamında, çocuğun üstün yararını gözeten, potansiyelini ortaya çıkaran, kendini gerçekleştirmesine olanak sağlayan yerel yönetimlerin oluşması, son yıllarda ağırlıklı olarak cemaatlerin, tarikatların, özel sermayenin söz sahibi olduğu eğitim alanına ihtiyaç duyulan kamucu bir müdahaleyi de olanaklı kılacaktır.

Bu bağlamda öncelikle mahallelerin, sokakların çocuklar için daha yaşanılabilir hale getirilmesi gerekiyor. Çocukların temel haklarının gözetildiği, beklenti ve ihtiyaçlarının önemsendiği, bulunduğu çevrede güvenli bir biçimde sosyal yaşama, kültürel etkinliklere katılabildiği, eğitim ihtiyaçlarının yanıt bulduğu, oyun alanlarına ve yeşil alanlara erişebildiği, kirlenmemiş bir çevrede yaşayabildiği, toplumun diğer bireyleriyle kentin eşit bir parçası olduğunu hissedebildiği bir kentsel örgütlenme modeli; inşaata, ranta dayalı, insanları evsiz, mahallesiz bırakan, toplumu ayrıştıran kentsel dönüşüm modellerinin karşısına gerçek bir dönüşüm amacı olarak konulmalıdır.

Yerel yönetimlerin kamucu bir sorumlulukla kenti çocuklar için dayanışmacı bir bakış açısıyla yeniden örgütlemesi, her mahalleyi, her sokağı çocuklar için bir bayram yerine, umudun yeşerdiği alanlara dönüştürecektir.

Yerel yönetimler için küçük sayılabilecek bütçelerle, kentler çocukların eğitim-öğretim ve sosyal yaşamını destekleyecek, güçlendirecek hale getirilebilir. Başta kent çeperinde ve gettolaşmış mahallerde yaşayan çocuklar olmak üzere, kentin tüm çocukları için sınıfsal farklılıklardan kaynaklanan eşitsizliklerin bir nebze de olsa giderildiği fırsat ve olanak eşitliği yaratılabilir. Bu bağlamda, çocuğun yararını ve gönencini öncelikli tutan, ilerici, aydınlanmacı dernek ve kurumlarla işbirliği içinde faaliyetler yürütülebilir; eğitimciler istihdam edilebilir.

Çocukların istedikleri zaman kullanabilecekleri ders çalışma alanları, kütüphaneler, spor salonları, oyun alanları, laboratuvarlar, sanat ve teknoloji atölyeleri oluşturulabilir. Sınıfsal bir ayrıcalık olarak görülen ve birçok çocuğun kendi yaşam koşulları içinde karşılaşma olanağı bulamadığı kültür, sanat etkinlikleriyle karşılaşması, bu etkinliklere dâhil olması sağlanabilir. Yine özellikle yoksul çocukların kamp, tatil, gezi vb. ihtiyaçları, yerel yönetimler arasındaki işbirliği ile organize edilebilir; bu alanın da gittikçe tarikatların, cemaatlerin, gerici dernek ve vakıfların egemenlik alanına girmesi engellenebilir.

Gerekli hallerde öğrencilerin barınma ihtiyaçlarının çocuk pedagojisine ve gelişimine uygun ortamlarda sağlanması için yerel yönetimler sorumluluk üstlenebilir, devletin yurt olanağı sağlamadığı yerlerde çocukların dinci-gerici yapıların yurtlarına mecbur kalması önlenebilir. Benzer şekilde, özellikle çalışmak zorunda olan ama kreş ücreti ödeyemeyen ebeveynlerin ihtiyaç duyduğu kreş hizmetini sıbyan mektebi gibi gerici unsurlara terk etmek yerine, yerel yönetimler çocuk psikolojisine ve gelişimine uygun eğitim alternatifleri oluşturabilir.

Öğrenciler için ücretsiz ve güvenli ulaşımın sağlanması; ihtiyaç duyan çocuklara günde en az bir öğün sağlıklı yemek olanağı sunulması; sokakta yaşayan, çalışmak zorunda kalan çocukların eğitime ulaşabilmesi için, çocuğun çalışma zorunluluğunu ortadan kaldıracak maddi yardımların yapılması, eğitim, giyim, gıda masraflarının üstlenilmesi, en azından gerçek bir eşitliğin koşulları oluşana dek, çocukların omuzlarına yüklenen eşitsizlik ve adaletsizliklerin yükünü biraz da olsa hafifletecektir. Özellikle gittikçe derinleşen ekonomik kriz koşullarında, yerel yönetimlerin kamucu bir sorumlulukla kenti çocuklar için dayanışmacı bir bakış açısıyla yeniden örgütlemesi, her mahalleyi, her sokağı çocuklar için bir bayram yerine, umudun yeşerdiği alanlara dönüştürecektir.