Emre Belözoğlu ve Arda Turan; yeriniz mi dar yoksa yeniniz mi dar, ne var? Ne istiyorsunuz? Mecbur mu sporseverler sürekli sizin hırgürünüzü, küfürlerinizi, kavgalarınızı seyretmeye? Mecbur mu sürekli “Adamlık çok önemli, adamım ben, adamlığımı kimse sorgulayamaz” raconlarınızı dinlemeye? Hayır para veriyoruz bi de üstüne

Yeriniz mi dar yoksa  yeniniz mi dar, ne var?

Elif Çongur - Spor yazarı

1982 yılından beri aktif olarak futbol takip eden biri olarak, futbolla ilgili kurabileceğim en net cümlelerden biri şudur: Sevilen bir futbolcu olmak için sadece futbol yetmez. Biraz daha ileri taşıyıp şunu da diyebilirim rahatlıkla: Futbolun efsanelerini efsane yapan şey yalnızca futbol değildir.

Benim bildiğim en eski futbol efsanesi Sokrates’tir ve onu efsane yapan; olağanüstü futbolu, oyun okumadaki dehası, akıl almaz topuk pasları filan değildir sadece. Onlar tamam. Onlar cepte. Onlar muazzam. Ama Sokrates’i efsane yapan şey bunlar değil, saha içinde ve saha dışında verdiği mücadeledir. İnsanların hayatlarına değer katma çabasıdır.

Ülkesini ve futbolu değiştirme savaşıdır. Dünyanın en büyük futbolcularından biriyken bile askeri diktatörlükle yönetilen ülkesine ve hatta yeşil sahalara demokrasi fikrini yerleştirme çabasıdır. Futbolu bıraktıktan sonra Brezilya’nın fakir kasabalarında gönüllü olarak doktorluk yapması, yoksul halka sağlık hizmeti taşıma derdine düşmesidir. Örnekleri çoğaltmak mümkün ama yerim dar. Özeti şöyle yapayım o halde, efsane olmak için başarı yetmez, iyi insan olmak gerekir. İyi futbol oynayana “iyi futbolcu” denir, “yıldız futbolcu” denir, “büyük topçu” denir, efsane değil.

Fazla uzağa gitmeyelim, memlekete bakalım. Türkiye futbol tarihinin üç büyük kulübünün üç büyük ismine; Hakkı Yeten’e, Lefter’e ve Metin Oktay’a bakalım yine aynı şeyi göreceğiz. Onları efsane yapan şey yalnızca futbolları değil, futbola iyi insan olarak kattıklarıdır. Hiç kimse Hakkı Yeten’in efsane olma nedenini 439 maçta attığı 382 golde aramaz.

Hem Galatasaray hem de Fenerbahçe’ye 30’ar gol atmasından da gelmez efsaneliği. Bambaşka bir yerden gelir; mesleğine, takım arkadaşına, rakip futbolcuya, rakip takıma, hakeme ve taraftara saygısından. Lefter Küçükandonyadis’i yalnızca sembolü olduğu Fenerbahçe’nin değil, tüm futbolseverlerin sevgilisi yapan şeyi, attığı 400’ün üzerinde inanılmaz golle açıklamak mümkün değildir. Açıklama isteniyorsa centilmenliğine, sporculuğuna ve insanlığına bakmak yeter. Aynı biçimde Metin Oktay’a duyulan aşkı da sadece gollerine bağlamak olanaksızıdır. Metin Oktay, Fenerbahçe ağlarını yırtan meşhur golü için “Efendim benim o gölüm tarihe geçti ama bu biraz da Fenerbahçe’nin büyüklüğünden geliyor” cümlesini kurmuş biridir. Çok zor zamanlarda, gençlerden yana olmuş, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idamlarına karşı durmuş, imza kampanyasına adını koymuş bir isimdir.

Bu söylediklerimi romantik bir sporseverin geçmiş zaman güzellemesi olarak alıp bana “Hakkı, Metin, Lefter, o güzel günler orada biter” diye cevap yapıştırmak dileğindeyseniz en sevdiğim replikle yanıt vereyim size: “Yanılmaktasınız ki pek çok”. Gönülden sevilmenin sırrı zamanda da değil çünkü; değer sahibi olmakta, iyi insan olmakta, örnek sporcu olmakta. Bunların zamanı olmaz.

Zamanımızın da spor efsaneleri var zaten, yok değil, ama şimdi yazamam, yenim dar. Benim meselem sevilmekte değil, sevilmemekte bu yazıda. O halde gelelim Emre Belözoğlu ve Arda Turan’a. Ben mesela onların yerinde olsam sabahtan akşama kadar düşünürüm, “Neden?” diye. Ortalamanın bu kadar üstünde iyi iki futbolcularken, her ikisi de zamanında oynadıkları ve yıldızlaştıkları takımların en önemli isimleriyken, biri dünyanın en büyük kulübüne kadar gitmişken “Neden böyle oldu?”, “Neden sevilmiyoruz?”, “Nedir bize bu tepki?” diye işi gücü bırakır oturur bunu düşünürüm. Bu tür bir düşünme sürecine girmeye hiç niyetli olmadıklarını yıllardır açıkça gösterdiklerine göre kendilerine benden dev bir hizmet, cevapları ben vereyim.

Kimsenin sizinle durduk yere bir meselesi yoktu. Çok iyi futbol oynuyor, taraftarlar tarafından seviliyor hatta sayılıyordunuz. O günlerden bugünlere gelindiğinde artık sevilmiyorsunuz çünkü saha içi ve saha dışı hareketlerinizden bıktı insanlar. Her türlü afra tafranızdan, şımarıklığınızdan, kibrinizden bıktı. Sahada, saha kenarında, koridorda çıkardığınız kavgalardan yıldı. Rakip taraftarı germenizden, el kol hareketlerinizden, ettiğiniz hakaretlerden yaka silkti.

Spor ahlakıyla bağdaşmayacak her olayın içinde olmanızdan, gazeteci boğazına sarıldıktan sonra çıkıp özür dileyeceğinize bi de üstüne pişkin pişkin “Kuş kadar hafifim” demelerinizden, “‘Aaa her yerde Arda var’ diyorlar. Tabii ki de ben olacağım. Yüzyıllık tarihe baksınlar. Kaç tane Arda Turan var!” laflarınızdan, “Ben buralardan gidince göreceğiz Barcelona’ya, Atletico Madrid’e kaç tane oyuncumuz gelecek! Bizim küçükken, ‘Çok büyük oyuncu’ dediklerimizin kaç tanesi buralara gelip oynamış!” gibi açıklamalarınızdan ikrah etti. Usandı sporseverler bunlardan. Memleket usandı.
Emre Belözoğlu ve Arda Turan; yeriniz mi dar yoksa yeniniz mi dar, ne var? Ne istiyorsunuz? Mecbur mu sporseverler sürekli sizin hırgürünüzü, küfürlerinizi, kavgalarınızı seyretmeye? Mecbur mu sürekli “Adamlık çok önemli, adamım ben, adamlığımı kimse sorgulayamaz” raconlarınızı dinlemeye? Hayır para veriyoruz bi de üstüne. Mecbur muyuz bütün bunlara katlanmaya? Cevabı da yine ben vereyim hadi sizin yerinize. Değiliz. Size mecbur değiliz.

Bu memlekette spor ahlakını yaymak için, vicdanlı sporcular yetiştirmek için, iyi insan olmayı öğretmek için çırpınan binlerce hoca var. Onların yetiştirdiği binlerce civa gibi sporcu genç var. O gençleri spor sahalarında görmek için bekleyen on binler var. Biz onlara mecburuz. Size değil.