Sizi yerinizde tutan ne? Yerin ruhu mu? Yer ile uzam arasındaki farkın ruh olduğunu söylüyor Yi-Fu Tuan. Uzam ruhsuzdur; çünkü onu henüz bir giysi gibi sırtınıza geçirmemişsinizdir. “Duygusal anlam ifade eden bir yerin kişiliğinin olması, eski bir yağmurluğun karakteri olduğunu söylemek gibidir. Yağmurluğun karakteri onu giyen ve giydikçe de çok seven insanın yüklediği bir anlamdır. Yağmurluk kullanmak içindir, ama bu durumda zamanla kendine özgü dikimi, şekli ve kokusuyla bir kişiliği olur. Yer de aynen böyledir”. O halde uzamı, kesilip biçilmemiş, henüz bedene uygun bir giysiye dönüştürülmemiş kumaş topu olarak tanımlayabiliriz. Ne demişti Protagoras? “İnsan her şeyin ölçüsüdür”. Uzam, insanın ölçüsüne göre biçimlendirildiğinde ve ona anlam yüklendiğinde yere dönüşüyor. Bu anlam yerin ruhudur. Evimiz de sırtımıza geçirdiğimiz giysidir; kullandıkça biz ona alışırız, o da bize. Her evin bir ruhu vardır, bedenlerimizin biçimini alır, kokumuz siner her köşesine.

Yerin ruhu, yerleştiğiniz yere sinen bedeninizin kokusudur. Beden bir yere tutunur ve o yerin ritmiyle tutarlı hale gelir. Bedenin tutarlılığı alışkanlıkların tutarlılığıdır. Alışkanlıklar mı yere bağlıdır yoksa yer mi alışkanlıklara? İşler karışır. Yer değiştirdiğinizde yeni alışkanlıklar edinebilirsiniz ya da içine doğduğunuz ve sizden önce de var olan toplumsal, çevresel, dilsel alışkanlıklar, yer değiştirseniz de peşinizi bırakmazlar. “Yeni bir ülke bulamazsın/Yeni bir deniz bulamazsın/Bu şehir arkandan gelecek” (Kavafis). Nostalji, sılayı özlemekten daha çok alışkanlıklardan vazgeçememektir. Alışkanlıklarınızı değiştirdiğinizde sıla özlemi geçer; iyileşirsiniz. Ama kolay mı, yerin alışkanlıklarına tutunmuş bir bedeni terk etmek? Şehir değildir peşinizden gelen, bedeninizdir. Bedeninizle birlikte o şehri de her yere taşırsınız; tutarlılığın göstergesi. Beden yeni yerde ancak kendine tutunabilir ve düşman kuvvetler tarafından kuşatılmış bir adaya dönüşür. Bedenin, dışarıya her adım attığında tutarlılığını bozacak kuvvetlerden kendini sakınması gerekir. İşin tuhafı, terk ettiği şehir çoktan değişmiştir. Ve beden, olmayan bir şehrin alışkanlıklarını savunurken bulur kendini. Yersiz kalan ruhun, bedeninden başka sığınacağı şehri kalmamıştır.

Ama bir yer olarak her beden, tıpkı şehirler gibi, içine yerleştiği yeryüzü ile birlikte hayatta kalabilir ancak. Şehirlerini yitirmiş ruhları, ara sıra yitirdikleri şehirlerin sokaklarında dolaştırmak gerekir. Japonlar, “kami” dedikleri ruhları yılda bir gün tapınaklarından dışarı çıkarır ve şehrin sokaklarında dolaştırırlar. Kami’lerin neler hissettiklerini bilmiyoruz. Ama bizlerin, yersiz kalan ruhların neler hissettiğini çok iyi biliyoruz. Her dışarı çıktığımızda bambaşka bir çehreye bürünüyor şehir ve acı çekiyoruz; nostos algos: eve dönememenin acısı. Eskiden yeryüzünün kumaşından yerimizi kendimiz dikerdik. Dikimi, şekli ve kokusuyla evimiz olurdu. Havadardı, yeryüzünün nefesi girerdi içeri; yeryüzünün nefesiyle yollara düşerdik. Ama artık hazır giyim, konfeksiyon yerler var; giysiler gibi, boy boy. Yeryüzünün hayat verici nefesi içeri girmesin diye tasarlanmış lahitler. Parası olan battal boy yer alabiliyor kendine. Parası olmayanlar, yoksullar, göçmenler, buldukları bir boşluğa/uzama sığınıyor ve tıpkı kumru gibi, dışarıdan taşıdıkları çer çöp ile boşluğu yer haline getiriyorlar.

Çocukluğumdan kalma bir tekerleme, kulaklarımda çınlıyor. Akşamın alacakaranlığı çöküp de anneler şehrin sokaklarında oynayan çocuklarını evlerine çağırdıklarında hep birlikte, “evli evine, köylü köyüne, evi olmayan fare deliğine” tekerlemesini söyler ve sonra evlerimize dönerdik. O yüzden ev denince hâlâ içim sızlar. Yeri olmayan ruhların üşümesiyle ürperir bedenim. Salgın günlerinde hayatta kalmak için kapanacak yeri olanlar, lahitlere alışanlar, dışarı çıktıklarında o şehri yerinde bulamayacaklar; şehrin sokaklarına tutunamayacaklar. Yasa koyucu boş durmuyor, terk ettiğimiz yerler despotik ölçülere göre yeniden biçimlendiriliyor; insan değil, despottur her şeyin ölçüsü artık. Yerini yitirmiş ruhlar burunlarını fare deliklerinden dışarı çıkarabilecekler mi acaba? Merak ediyorum. Ruhum üşüyor, ürperiyorum.