Yerle bir…

Mutlu Arslan

Sürüp giden bir yaşama nasıl dahil edilir yitirilmiş başka bir hayat?

Gölgesi mi vurur önümüze, izi mi düşer yolumuza, sesi mi çalınır kulağımıza? Her başlangıçta ve her defasında yeniden yaşatabilir mi kendini?

Yitirilmiş bir hayat, yok olmuş bir hayat mıdır sahiden?

İçimizdeki o derin, yerinden edilemeyen boşluk, yokluk mudur gerçekten yoksa varlığın başka bir biçimi mi? Doldurulabilir mi mesela? Mesela neyle doldurulabilir? Yokluk olsa dolmaz mıydı peki boşluğu?

Doldurulamıyor Bahadır! Ölümünün haksızlığı öyle derin bir uçurum yarattı ki içimizde, ne yapsak dolduramıyoruz artık o tarifsiz boşluğu. Özlüyoruz, özlemek doldurmuyor hayatımızdaki boşluğunu… Özlemin kör mezar kazıcısı içimizdeki derin çukurun.

***

Üzerinden 6 yıl geçti…

Sabahın erken saatleriydi telefonum çaldığında.

“Abi, gece çok kötü şeyler oldu” diyordu telefonun ucundaki ses. Bizim çocuklardan birisiydi. Başak’a ulaşamadıkları için beni aramış.

Pişmanlıkla, korkuyla, üzüntüyle, tereddütle, aceleyle anlatıyordu yaşananları, sonunu bir yere vardırmaksızın. Sonunu bir yere vardırmasın diye sözünü tamamlatmadan Başak’a uzattığım telefon, “Abla hemen gelin” sözleriyle kapandı.

Biz Ankara’dan çıkıp hastaneye ulaştığımızda, her şeyin sonuna varılmıştı. Bahçedeki tanıdık kalabalığın yaşlı gözleri anlatıyordu kötü sonu, içerde de doktor anlattı sabahki telefonda bir türlü dile gelemeyen o vakitsiz ölümünü…

Seni ve bizi hiç yalnız bırakmayan büyük ailemizin kalabalığı içinde yaşandı sonrasındaki her şey. Kalabalıkla aldık seni hastaneden, kalabalıkla götürdük Edirne’ye, kalabalıkla yürüdük son kez ardından, kalabalıkla verdik seni toprağa…

“Yerle bir olmak iyidir, her bahar kır çiçekleriyle uyanırsın en azından” diye yazmışsın defterine, o bitmeyen iyimserliğinle.

Altı defadır sen uyandırıyorsun işte baharı, altı bahardır kır çiçekleri senin üzerinde uyanıyor. Tam altı bahardır sen orada kır çiçekleriylesin, biz burada yerle bir…

***


Sahi, sürüp giden bir yaşama nasıl dahil edilir yitirilmiş başka bir hayat?

Adını çocuklarımıza verdik Bahadır. İçinde çocuk seslerinin çınlayacağı parklara... Adınla sloganlar attık, şarkılar yazdık, festivaller, turnuvalar yaptık. Adını çocukların umutlu gülüşlerine dahil ettik Bahadır.

Emanet kitaplarını sahiplerine verdik Bahadır, geri kalanlarını kütüphanelere. Kimi senin, kimi senin gibi vakitsiz gidenlerin adlarını taşıyan kütüphanelere dahil ettik, ucu kıvrık, altı kurşun kalemle çizili kitaplarını…

Eski defterlerini, kullanılmış biletlerini, yaka kartlarını, buton rozetlerini, Gezi günlerinden kalma maskeni, fotoğraflarını, kartpostallarını bir kutuya dahil ettik, anılarını anımıza...

Gülümseyen yüzünün yer aldığı bayrağın Yağmur’un ellerinde artık. Gazoz kapaklarını Özenç’in koleksiyonuna dahil ettik. Firuze’ye eski paralarını sakladık.
Sözlerini sözlerimize dahil ettik, sözümüz belledik. Yok etmek istediğin efkarını hüznümüze, taşkın sevincini neşemize, tükenmeyen umudunu devrim düşüne dahil ettik.

6 yıl oldu…

Yaşadığın hayatı hayatımıza, yitirdiğin canı canımıza dahil ettik. Seninle beraber yaşıyoruz artık bu hayatı. Özlemin gibi sen de azalarak bitmiyor, çoğalarak kökleniyorsun içimizde, her başlangıçta ve her defasında yeniden…