Burası dingonun ahırı mı, isteyen istediğini söylesin, her kafadan bir ses çıksın, her şeye muhalefet etsin, beş kuruşluk faydası mı var bu muhalefetin memlekete Allah aşkına? Sansürmüş, sansür değil asansör o. Dur daha dur sen, turpun büyüğü heybede... Şu sosyal medya meselesini bitirelim,  hapishaneleri boşaltalım, yer açalım, huzur gelsin memlekete.

Yerli, milli, gerçekçi, muhalefetsiz

İşten çıkarmalar yasaklandı, bayram ediyoruz hep birlikte, sendikalar, TV kanalları, hatta muhalif olanlar, “sosyal mesafeyi” unutup halay çeken bile var, evet işten çıkartmalar yasaklandı, yok yasaklanmadı daha, yasaklanacak, kanun çıkacak da ondan sonra, ne zaman çıkacak kanun, biraz sürer, ne olacak peki kanun çıkınca, patronlara “işçiyi işten çıkartma, ayıptır, ücretsiz izne çıkar, o ayıp değildir” denecek, işten çıkartmak yasaksa, işçi hala çalışıyor mu olacak yani, hayır pis münafık, işi zora koşmasana sen, ama ücretsiz izne çıkartılan işçi, saptırma, neden üstüne basıyor siyah diziyorsun “ücretsiz” diye, ücretsiz izin denmedi mi, tamam dendi ama, para alacak işte izne çıkartılan işçi, nasıl yani, devlet verecek, ücretini devlet mi verecek, verecek, nerden verecek, işçilerin fonu var ya işte ordan verecek, ama o paralar zaten işçilerin işsiz kaldıklarında bir kaç ay iş ararken çok değil biraz para alabilsinler diye biriktirdikleri para değil mi, kendi biriktirdiği paradan mı alacak ücretsiz iznin ücretini işçi, işçi almayacak devlet verecek, işçilerin biriktirdikleri paradan yani işçinin kesesinden devlet mi verecek, biraz verecek işte, ne kadar verecek, asgari, “asgari” demek “en az” demek değil mi o kadar mı verecek, yok hayır, yani en az ücretin, kafamı karıştırma “en az” falan diyerek, asgarinin yarısı kadar verecek, en azın yarısı ne ediyor, amma uzattın kötü niyetli, münafık muhalif, işten atmalar, çıkartmalar yasaklanacak mı, yasaklanacak, işçi işte mi, bilemedim işte mi, çıkartılmadıysa işte sayılmaz mı, bordrosu devam ediyor mu, ediyor, ücret hanesinde ne yazıyor, izne çıktı yazıyor, ücret nerde, izne çıktı dedik ya, ücret mi izne çıktı, yok işçi izne çıktı, ücret nereye gitti, o patrona kaldı, işçiye verilen ne, ücretsiz iznin ücreti, en az ücretin yarısı olan mı, asgarinin demedik mi demin, işçi atıldı mı, atılmadı, ücret alıyor mu, alıyor, daha ne istiyorsun, hem izne çıksın, hem tam ücret alsın, olur mu, ücretli izin diye bir şey yok muydu, vardı, artık yok, neden, Cavid yüzünden, Cavid de kim, işçiydi, izne çıktı, ücretli mi, yok ücretsiz...

Karışık biraz bu noktasız hikâye. Benim anladığım, işçi çalıştığı yerden, artık fabrika olur, işletme, büro olur her neyse oradan çıkartılıyor, “Hadi git, sen çok sıkıldın korona morona biraz izin yap, gez dolaş, olmadı evde kal, zaten evde kalmak lazım” deniliyor, ücreti kesiliyor, o kesilen ücret patronun kasasında kalıyor, işçi işini yitirmemiş, patron da hem işçi atmamış, hem ücret ödememiş oluyor. İktidar partisi de artık ona devlet diyeceğiz, günde 39 TL ödeyerek işçilerin büyük hamisi koruyucusu oluyor.

Tablo sağdan bak, soldan bak muhteşemdir.

Küresel münafıklar boş durmuyor

Anlatamadığımız, anlatmakta zorlandığımız başka konular da var. Covid-19 rumuzlu virüsün günde kaç canı aramızdan aldığını bir türlü bilemiyormuşuz?

Sağlık Bakanı her gün açıklıyor ama kimileri, artık ne diyelim onlara, muhalif oldukları için içimize kuşku tohumları saçan iflah olmaz münafıklar mı diyelim, bilimde kuşku esastır bir de bu açıdan bakalım diyen bilim insanları mı diyelim, bilemedim, bu veriler doğru olmayabilir demekteler. Örneğin birileri diyor ki, İstanbul’da her yıl bu tarihlerde diyelim mart nisan aylarında ortalama ölüm verileri yaklaşık 550 ila 650 arasında değişiyor. Ama bu yıl aynı tarihlerde nasıl oldu da hayatını kaybedenlerin sayısı iki kata çıktı? Gel de anlat, “Canım bu yıl Covid-19 dışında ölenlerin sayısı artmış olamaz mı?”

Olabilir tabii, ne diyelim.

Ama kuşkucu profların, tabiplerin dilini tutmak ne mümkün; bu kez başka bir iddiayla çıkıyorlar karşımıza. Neymiş efendim, veriler gerçeği yansıtmıyormuş. Nasıl yani? Türk Tabipleri Birliği’nin internet sitesinde şöyle yazmışlar: “Vaka ve ölüm sayıları arasındaki örüntünün dünyanın diğer ülkelerinde gözlenenden farklı olmasının nedenlerini araştıran Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi, Sağlık Bakanlığı’nın COVID-19 ölümlerini raporlamada Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği uluslararası kodları kullanmadığını belirledi. TTB Merkez Konseyi, Sağlık Bakanlığı’nı bir an önce DSÖ tarafından belirlenen kodları kullanmaya (...) çağırdı.”

Bu da ne demek şimdi? DSÖ’nün Türkiye Temsilcisi’nin övgülerini nereye koyalım peki. Bu uluslararası kuruluşlar da hep can sıkarlar. Bir gün öyle derler bir böyle. Oysa bilmiyorlar ki bizde veriler “millidir”, “yerlidir.” Ama bu Covid-19 rumuzlu şey küresel yani “pandemik” değil miydi derler şimdi. Olsun, o küresel olabilir, verilerimiz bizimdir, millidir, yerlidir.

Haaa, tamam o zaman!..

Sosyal medya torbaya...

Borsamız da yerlidir bizim. Hatta son zamanlarda bizim borsaya musallat olmuş yabancıların çekip gittiklerini duyuyoruz. Yeminli muhaliflerden birisi Hayri Kozanoğlu’nun bir tweetinde okuduk; şöyle yazmış bu muhalif: “Bu hafta da yabancı çıkışları sürdü. Borsada 185, devlet tahvillerinde 338 milyon $’lık satış gerçekleşti. Toplam yabancı portföyü 30 milyar $’a geriledi. Çok şükür artık çıkacak yabancı kalmadı! Finansal piyasalar da “Biz bize yeteriz” gazelini okuyabilir.”

Anlaşılan laf çakıyor bu Kozanoğlu, ama gazel de yerlidir, millidir. Çıksınlar yabancılar milli ve yerli olmayanlar, çıkıp gitsinler...

Ama bir yandan da korkuyoruz açıkcası; İtalya korkutuyor, İspanya korkutuyor, NewYork korkutuyor. Bu dünyanın en kalabalık kentinde ölümler hesaba sığmaz oldu, Beyaz Amerikalı evine kapandı, buzdolaplarını tıka basa doldurdu, yine de ölümden kaçamıyor. Yok bu tam doğru değil, ölümlerin ezici çoğunluğu, “kahhar” desem, daha mı iyi vurgulamış olurdum, Harlem’de siyahların bölgesindeymiş. Kriz tüm eyaletleri sarmış. Bu krizi anlatmak için Covid-19 yeterli değildir. İşsiz sayısının 10 milyonu geçtiğini söylemek bir başka açıdan krizi anlatmaya yarayacaktır. Büyük Amerika’nın sağlık sistemi çöktü, ama çöken yalnız sağlık sistem değil gibi sanki, duyduğumuz çatırtı başka şeylerin de çöktüğünü gösteriyor.

Ucu bize dokunur bu işlerin; nihayetinde aynı dünyada yaşamıyor muyuz. Hem sınır mı kaldı, bu havada uçuşan Covid virüsü bir şekilde giriyor içimize. Yaşlı vatandaşlarımızı eve kapattık ölüm oranlarında düşüş sağladık. Bu kez de orta yaşlılarda gençlerde ölüm verileri yükseldi. Öyle bir açmazdayız ki, onları eve kapatsak, üretim duracak, zaten başımız belada, ne yaparız o zaman, mecbur “gerçekçi” olacaksın.

Biz de öyleyiz zaten, bak bu üçleme iyi oldu şimdi, “yerli milli, gerçekçi.” Burdan yürüyelim. Bu arada şu “ücretsiz izin kanunu torbasına” sosyal medya belasını da bir şekilde atalım da kurtulalım şu münafık muhalif takımından. Torbaya öyle bir tasarı koyduk ki, daha şimdiden turnayı gözünden vurduğumuz belli oldu. Nasıl da telaşlandı YouTube, Twitter, Vikipedi, WhatsApp, Instagram’da at oynatan, İnternette kendi kendilerine radyodur TV kanalıdır çalıp söyleyen özgürlük tayfası. Burası dingonun ahırı mı, isteyen istediğini söylesin, her kafadan bir ses çıksın, her şeye muhalefet etsin, beş kuruşluk faydası mı var bu muhalefetin memlekete Allah aşkına? Sansürmüş, sansür değil asansör o. Dur daha dur sen, turpun büyüğü heybede... Şu sosyal medya meselesini bitirelim, hapishaneleri boşaltalım, yer açalım, huzur gelsin memlekete. Ekonomimize laf söyleyenler susunca ekonomi de kendine gelmez mi? Ciddiye almıyorlar ama ekonomide esas kabuldür, ne nedir bilmektir. Hâlâ anlatamadık; bu nedir, bu budur, bu böyle denildiyse bu böyledir.

Düsturumuz; yerli, milli, gerçekçi -unutmayın hız gerek bize- dörtledik artık; yerli, milli, gerçekçi, muhalefetsiz!.