“Sancısını yaşıyorsun kaç zamandır
Yeni bir güne sevinçle başlamanın
Yoluna ışık tutan sözcükler
Var mı o günün ışıltılı kanatlarında
Rüzgâra dost olan soluklar var mı”*

Günlerden bir gün, "Gideyim de şu Alevilere bir şiir okuyayım" demiş. Malum seçim öncesi korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler en tepeden yine açılım için şirinlikler yapıyor, resmin dışında kalmayalım demiş. Pir Sultan Abdal’ın heykeli Sivas’ta, aşksız ve aşıksız yaşamın mimarları bir inancın yüceliğinden faydalanıp kendilerine kullanışlı vahşiler bulduğunda yerlerde sürüklenip paramparça edilmişti. Ama kendisi kavganın cehaletinde ya, “Unutmuşlardır yüksek perdeden iki dizeyle kandırırım” demiş.

***

Aşk ve sevgi haram görülürken, o insanlar açlığa karşı yaşam kavgası verirken, nefretle paramparça edilmişken böyle kolay aldanmazlar. Hiç anlamamış aşkın sahiciliğiyle büyümüş, kavgası ister memleket, ister canan, ister dereler, ceylanlar olsun bir güzelliği sevmek olan, yıllarca saltanatın, sarayların zulmünde kalmış, körpe dalları bin kez budanmış, bin kez kırılmış o halkı. Karşılarına çıkmış -kendisinin “yine çiçekte, meyvedeyiz” diye kükremesinin o toplum için ne demek olduğunu bilmez gibi- nicesinin canına kıydıkları devrimcilerin kavgasının en güzel şiirini tutmuş "Pir Sultan Abdal"ın diye haykırmış. Oysa onlar bin kez korkuya boğdular zamanı, bin kez ölümlediler. Onlar yine doğumdayız işte diyenler. Aynı sesten aynı yürekten türküler söyleyenler, gençliği yağmalananlar, canı alınanlar.

Bilmez, çünkü kalbinde yok. Pir Sultan’ın ismini bilirler. Zorunluluktan! Çağlar öncesinden izini kötülükle sürerler, suretine bile tahammülleri yok. Çünkü birleştiriyor dizeler, deyişler toplumu. Ağıtlardan yüceliyor hiç ulaşamadıkları yere ozan. Adnan Yücel’i zaten bilmezler. Ne aşkı, ne inancın yüceliğini bilirler, ne şiir okurlar. Şairlere kıyarlar sadece. Bu kez güzelim şiiriyle şairin anısına kıydılar.

***

Kendi sözleri yetmeyince sosyalizmin şiarına baş vururlar, Nazım’dan, Ahmed Arif’ten şiirleri duymadan yazılmış kâğıttan haykırırlar. Şiir okuyan başkadır bunu da pekala bilirler ve düşman bilirler sanatı, sanatçıyı.

Oysa anlamadıkları her şey o tek şiirde saklı. Okusalar insanlığı, güzelliği, iyiliği duyumsayacaklar. Okumazlar. Korkuyorlar akıldan, duyarlıktan. Korumalar, danışmanlar, neferler var yanlarında. Cehaletin cesaretindeler.

İki dizeyi eğip büküp haykırdık mı, bir de dizelerinde kendilerini, insanlığı buldukları Pir Sultan Abdal’ın adını söyleyiverdik mi tamam bu iş derler. Oysa haykırdıkları bizim dizelerimiz; en korktukları inancımız, yüreğimiz…

“Saraylar saltanatlar çöker
kan susar bir gün
zulüm biter.
menekşeler de açılır üstümüzde
leylaklar da güler.
bugünlerden geriye,
bir yarına gidenler kalır
bir de yarınlar için direnenler...

Şiirler doğacak kıvamda yine
duygular yeniden yağacak kıvamda.
ve yürek,
imgelerin en ulaşılmaz doruğunda.
ey her şey bitti diyenler
korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler.
ne kırlarda direnen çiçekler
ne kentlerde devleşen öfkeler
henüz elveda demediler.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!”

Rüzgâra dost soluklara, bir de şairin hasına selam olsun. Onu duyuyor, anlıyoruz. Henüz elveda demedik. Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek de demeyeceğiz.