Makûs talihten bahsetmek alışkanlık olmuş. Hâlbuki makûs olan, tarihtir; yeryüzünün tarihi. Tarihle birlikte yeryüzünün aşağılanma süreci başladı. Yeryüzü bedenlerinin aşağılandığı, köleleştirilip sömürgeleştirildiği, yerle ilişkisi kesilmiş bedenlerin ise yüceltildiği bir tarih. Ve bu tarihin değersizleştirdiği, yeryüzünün üretken bedenleridir, emektir. Ve dönüp dolaşıp geldiğimiz yer, emeğinin karşılığını almak, bir nebze olsun özgürleşmek için mücadele edenlerin bileklerine takılmış kelepçeleri gösteren kadrajdır. Oysa biliyoruz ki yerleşik toplumlarda sınıfların ortaya çıkmasıyla birlikte, en alttakilerin, toprakla uğraşanların, üretenlerin bileklerine pranga takılmıştı. Ne zaman toplumsal piramidin tabanındakiler yerlerinden kımıldasalar, dayatılan koşullara isyan etseler, ancak o zaman bileklerindeki kelepçeler görünür hâle gelir. Adı üzerinde makûs tarih. Arapça makûs sözcüğü, iki anlama gelir; ilk anlamı “tersine dönmüş, devrik; ikinci anlamı ise kötü, uğursuz. Yeryüzünün tarihi her iki anlamda da makûstur. Tersine çevrilmiş bir tarih, üretenleri ayak, sömürenleri ise baş mertebesine yerleştiren, iktidar denilen organizmanın tarihidir ve doğası gereği kötüdür. Tarih yazıyla başladı; yazıyı, başlatan iktidardır. Ve yazıyla birlikte makûs tarih başlamıştır.

***

İlk devletlerin ortaya çıktığı Mezopotamya’da binlerce çiftçi, zanaatçı, tüccar ve işçi tebaaya dönüştürdü; sayıldı, vergilendirildi, askere alındı, işe koşuldu ve yeni bir denetim formuna tabi kılındı. Şeylere el koymanın ilk koşulu, mevcut kaynakların, nüfusun, toprağın, ekinin, hayvanların ve stokların kaydının tutulmasıdır. Devlet de öyle yaptı. Yazı mitolojiye, methiyelere, kralların soy ve secerelerine, dini metinlere aracılık etmeden önce sadece muhasebe için kullanılmıştır. İktidar; yazı, istatistikler, sayımlar ve ölçümler sayesinde yağmacılığı kurumsallaştırmış, tebaasının emeğine ve gıda kaynaklarına el koymuştur (Scott, Tahıla Karşı, KÜY). Ve yazıcıların yazdıkları hikâyelerde yeryüzü kaosun, gökler ise mutlak düzenin yeri olarak anlatıldı. Hikâyeye göre tanrı, yeryüzünü ve bedenlerini düzene sokması için tanrı-kralı yeryüzüne atadı. Bundan sonra bedenleri biçimlendiren yeryüzünün ilişkisel ortamı değil, gökten inen iktidardır; gökler yücedir, yeryüzü ise değersiz. İktidar, bedenlerine ve emeklerine el koyamadıklarını şeytanlaştırdı. Tebaalaştırdıklarını ise stoklayıp kullanıma hazır mamüllere dönüştürdü.

***

Stoklarındaki kullanıma hazır bedenler bizleriz; emekleriyle hayatta kalmaya ve her şeye rağmen hayatı güzelleştirmeye çalışanlar. İşin tuhafı, iktidar yazıcılarının yazdıklarına biz de inandık. Ve başımız ne zaman sıkışsa, kurtuluşu yeryüzünde, bedenlerin birbirine kenetlenmesinde değil, göklerde aradık. Oysa gökyüzünden bakanlar, yeryüzünü sadece kaynak deposu olarak görürler; doğal kaynaklar, enerji kaynakları, insan kaynakları vd. Yeryüzü, tüketilecek bedenlerle dolu. Ve Yunus Emre’nin dediği gibi, onların “yedikleri yoksul eti, içtikleri kandır”. En büyük eğlenceleri, yeryüzü dedikleri arenada bedenleri birbirine kırdırmak. Nerede dostlar sofrası kurulsa ve yeryüzünün bedenleri birbirine kenetlense, sofrayı dağıttılar. Varlıklarını, bedenler birbirlerinin kurduna dönüştüğünde sürdürebilirler ancak; o yüzdendir yeryüzünü kurtlar sofrasına çevirmeleri. Makûs tarihe göre yeryüzü karmaşadır; düzen ve hakikat gelecekse göklerden gelecek. Hakikatin düzenini, tanrı-krallar ve rahipleri göklerden indirecek.

Makûs tarih, tepetaklak olmuş bir tarihtir. Siz hiç iktidarın protokolünde yeryüzünün bedenlerini gördünüz mü? Gördükleriniz, tıpkı Rönesans tablolarındaki gibi krallar, ruhban sınıfı, mitolojik kahramanlardır. Temsillerde gündelik hayatın bedenleri, köylüler, işçiler, üreticiler yer almaz, doğa bir dekora dönüştürülmüştür. Sanata bile gündelik hayat ancak 17’nci yüzyılda girebildi: “Geçmişin hiyerarşik dünyasında bir yarık açılır ve onca zamandır temsillere tahakküm eden, dünyayı yukarı ve aşağı, tinsel ve tensel, iyi ve kötü diye bölen Manici ruhun geri çekildiği görülür” (Todorov, Ya Sanat Ya Hayat, Sel). İktidarın ruhu tüm ağırlığıyla yeryüzüne çökmüş, kolay değil defetmek. Ne olursa olsun, yeryüzünü kurtarmalıyız; o zaman talihimiz de değişecek.