Hâlâ her yıl pek çok askerin vicdani ret açıklamasına rağmen, içlerinden yalnızca öne çıkan birkaçı cezalandırılıyor, geri kalanı adeta görmezden geliniyor. Ancak bu durum İsrail’in yaklaşım değişikliğinden değil, yakın bir tehdit olarak algılanmamasından kaynaklanıyor.

Yesh Gvul! | Her şeyin bir sınırı vardır!

SERKAN ÖZTÜRK

“Yasa ve ahlakdışı bir işgal uğruna hepimizin hayatını tehlikeye soktuğunuzu düşünüyorum. Son otuz beş yıldır, İsrail toplumunu bir tehlike bölgesi haline getirdiniz. Filistinliler kadar İsrail devletine de umutsuzluk ve ölüm saçıyorsunuz. Bu nedenle sizin ordunuza hizmet etmeyeceğim. Kendini İsrail Savunma Gücü olarak adlandıran ordunuz, yerleşim hareketinin silahlı saldırganlarıdır. Bu ordu İsrail halkının güvenliğini sağlamak için değil, Filistin topraklarının hırsızlığını yapmak için kullanılıyor. Bir Yahudi olarak ordu bile denemeyecek güruhun Filistin’de işlediği suçlar beni tiksindiriyor. Böyle bir orduda yer almamak, bir Yahudi ve bir insan olarak görevimdir. Ben soykırım kurbanı bir halkın çocuğuyum; çılgın politikalarınızın bir parçası olamam. Bir insan olarak insanlık suçu işleyen herhangi bir kurumda yer alamam.”

Yukarıdaki bu satırlar, bir ülkenin Savunma Bakanı’na yazılan bir mektuptan; hem de kendi emrindeki bir askerin yazdığı bir mektuptan alıntı. 19 Mart 2002’de silahaltındayken işgal topraklarında görev almayı reddettiği için 28 gün hapis cezasına çarptırılan asker Sergio Yahni, bu satırlarla dönemin Savunma Bakanı Benyamin Ben Eliezer’e yazdığı mektupta yalnızca kendi duygu ve düşüncelerini dışarı vurmuyor, aynı zamanda ülkesinde 70’lerden beri benzer sebeplerle cezalandırılan onlarca işgal karşıtı aktivistin de sesi oluyordu.

Ana akım medya tarafından yekpare bir blok gibi gösterilse de İsrail aslında önemli bir barış yanlısı ve işgal karşıtı direniş geleneğine sahip bir ülke. Özellikle 1967’deki 6 Gün Savaşı’nın ardından İsrail’in başta Golan Tepeleri (Suriye) ve Sina Yarımadası (Mısır) olmak üzere işgalci politikalara hız vermesinin ardından geçen yıllar içinde yüzlerce asker işgal topraklarında görev almayı reddettiği için cezaevlerine atıldı ya da soruşturmalara uğradı.

70’li yıllarda daha çok bireysel tavır alışlar şeklinde görülen ret hareketi, 1982’de İsrail’in Lübnan’ı işgali ile birlikte kitlesel bir güç kazanacak ve nihayet aynı yılın temmuz ayında 3 bin asker tarafından imzalanan - imzacıların büyük bir kısmının meslekten asker olmadıklarını, zorunluk askerliğini yapan ya da yedek asker olarak göreve çağrılanlar olduklarını belirtmek gerekiyor - bir bildiriyle Yesh Gvul (Her Şeyin Bir Sınırı Vardır) ismiyle anılan bir direniş hareketine dönüşecekti.

Yesh Gvul Hareketi üyelerinin temel motivasyonları ülkelerinin sürekli işgal sözcüğüyle yan yana anılmasından duydukları rahatsızlık ve işgal bölgelerinde İsrail ordusunun insan hakları ihlallerinin yoğunluk kazanmasına duydukları tepkiydi. Askerlik yapmaya değil, işgal topraklarında askerlik yapmaya itiraz ediyorlardı, bu anlamda tavırları vicdani ret çizgisinden ayrılıyordu. İsrail’in ve İsrail Savunma Kuvvetleri’nin varlığını meşru kabul ediyor, kendilerine İsrail sınırları içinde görev verildiği takdirde seve seve yerine getireceklerini ancak 1967’den sonra İsrail’in izlediği işgalci politikaların hem bölge halklarının hem de bizatihi İsrail’in huzur ve güvenliğini tehdit eder nitelikte olduğunu belirterek bu topraklardaki insan hakları ihlallerine ortak olmak istemediklerini ilan ediyorlardı.

İsrail gibi ordunun toplum hayatının hemen her alanında varlığını hissettirdiği, adeta sorgulanamaz kabul edildiği bir coğrafyada bu itirazın etkileri sarsıcı oldu. İşgale, güvenlik duvarına, Arap vatandaşlara yapılan ayrımcılığa ve İkinci Lübnan Savaşı’na yol açan köktenciliğe karşı fikirlere yer verdiği için “İsrail’in liberal feneri” olarak adlandırılan Haaretz’in sayfalarından ülke gündemine giren Yesh Gvul’cülere karşı aşırı sağcılar ve bazı generaller tavizsiz tavır alınmasını ve önde gelen bazı retçilerin askeri mahkemelere verilerek sert yöntemlerle cezalandırılmasını, aylar hatta yıllar süren hapis cezalarına çaptırılmasını öneriyordu. Ancak ordunun tepkisi şaşırtıcı bir şekilde bu asilere çok daha hafif cezalar verilmesini sağlamak oldu. İsrail Savunma Gücü, direnişçilerin askeri mahkemeye verilmesini yasakladı, onun yerine birlik komutanları tarafından en fazla 35 gün disiplin hapsiyle cezalandırılacak şekilde sınırladı. Şüphesiz ki; bu ‘bağışlayıcı’ tavrın arkasında disiplin soruşturmasıyla karşılaşan bir askerin askeri mahkemelerin aksine avukat yardımından yararlanma ve tanık dinletebilme hakkının bulunmaması yatıyordu.

Direnişin ikinci dalgası 1987’nin aralık ayında Birinci İntifada’nın patlak vermesiyle başladı. Yirmi yıldır işgal altında yaşayan Filistin halkı da artık “Her şeyin bir sınırı vardır” diyerek isyana koyulmuş, dönemin Savunma Bakanı İzak Rabin orduya “Filistinli protestocuların kollarını bacaklarını kırın” talimatı vermişti. İnsan haklarını açıkça çiğneyen bu emir yeni bir retçi dalgasına yol açtı ve 200 asker -gerçek sayıları çok daha fazlaydı- emre itaatsizlikten tutuklandı. Yesh Gvul de bu süreçte aktif bir rol oynayarak işgal karşıtı protesto gösterileri yapmak, tutukluların aileleriyle dayanışma eylemleri düzenlemek gibi sivil direniş organizasyonlarına katkı verdi. İzleyen yıllarda İsrail Ordusu, işgal topraklarında görev almayı reddeden -hareket, zamanla içinden askerlik görevini bütünüyle reddeden total retçileri de çıkarmıştır- yüzlerce asker hakkında disiplin dosyaları açtı, hapis cezalarıyla cezalandırdı. İntifadanın sönümlenmesiyle birlikte ret hareketi de kamuoyu gündeminden düşmüş, artık ufak gazete sütunlarından dışarı taşmaz olmuştu. Ta ki İkinci İntifada günlerine kadar...

Eylül 2000’de Muhalefet Lideri Ariel Şaron’un provokatif Kubbet-üs Sahra ziyaretinin ardından İkinci İntifada patlak verdi. Bu, uzun zamandır geniş kapsamlı bir saldırı hazırlık yapan İsrail ordusunun aradığı fırsatı bulduğu anlamına geliyordu. Filistin köylerine baskın yapmak üzere yetiştirilen savaş birliklerinin sahaya sürülmesiyle İsrail’in Filistinliler üzerinde uyguladığı baskı ilk intifadadan çok daha şiddetli bir hal almış, Filistin cephesinde de İsrailli sivillere yönelik intihar saldırılarının ivme kazanmasıyla İsrail 7’den 77’ye topyekûn savaş konseptine geçmişti. Ülke genelinde hükümetin baskı politikalarını destekleyenlerin güç kazanması İsrail’deki barış hareketinin, özellikle de savaş makinesinin dişlileri arasında kalan askerlerin seslerini yükseltmesini iyiden iyiye zorlaştırmıştı. Bu ortamda Yesh Gvul askeri birlikler içerisinde kuşlama yoluyla bildiriler dağıtarak, Haaretz’e ilanlar vererek silahaltındaki askerleri işgal bölgelerinde görev almayı reddetmeye çağırdı. Bunlar arasında en çok ses getirenlerden Reddetme Cesareti bildirgesine 500’ten fazla asker imza attı ve onlar da cezaevlerine atıldı. Bir diğer sansasyonel bildiri “Aşağıda imzası bulunan bizler, İsrail’de doğup büyümüş lise son sınıf öğrencileri olarak askerlik çağına gelmiş bulunuyoruz. Bu mektupla İsrail hükümetinin ve ordusunun saldırgan ve ırkçı politikasını protesto ederek bu politikanın bir parçası olmayacağımızı bildirmek istiyoruz” cümleleriyle başlayan, 300’ü aşkın lise öğrencisinin imzaladığı Liselilerin Ret Bildirisi’ydi. Bildiri İsrail’de şok etkisi yarattı ve çağrıcıları diğer tüm retçilerden farklı olarak askeri mahkemelere çıkarılarak ağır hapis cezalarına çarptırıldı.

İkinci İntifada günlerinin ardından çatışmaların da azalmasıyla birlikte Yesh Gvul ve ret hareketi de gündemin alt sıralarına indi. Hâlâ her yıl pek çok askerin vicdani ret açıklamasına rağmen, içlerinden yalnızca öne çıkan birkaçı cezalandırılıyor, geri kalanı adeta görmezden geliniyor. Ancak bu durum İsrail’in yaklaşım değişikliğinden değil, yakın bir tehdit olarak algılanmamasından kaynaklanıyor. Hareketin liderlerinden Ishai Menuchin’in söylediği gibi “Ne zaman ki büyük bir vicdani ret dalgasına şahit olacağız ve ordu düzinelerce askeri cezaevine gönderecek, o zaman hareket de sokakta ve basında daha görünür olacak.”

Son olarak İsrail’in 2021 saldırıları günlerinde de silah altındaki askerleri hukuka aykırı emirlere uymamaya çağıran bildiriler yayımlayan Yesh Gvul kâh yüksek perdeden kâh fısıltıyla kırk yıla dayanan bir barış ve ret hareketinin ağlarını örmeye devam ediyor, hareketin destekçilerinden Şair Nathan Zach’ın dizelerindeki çağrıyla;

Dağları yerinden oynatmaya vaktimiz olmadığından

Belki de buralara dağları yerinden oynatmaya gelmediğimizden

Şiirler yazmak için çok az zaman kaldığından

Burada, aşağıda olmanın ayrıcalığını ve

“Hayır” diyebilme ayrıcalığını seçiyoruz