Türkiye’deki birçok karar verici, Türkiye’nin diğer ülkelere kıyasla nispeten düşük tarihsel karbon salınımının arkasına sığınıyor ve maliyetleri gerekçe göstererek Türkiye’nin iklim krizine karşı eyleme geçmemesi gerektiğinde ısrar ediyor..

Yeşil Adil Dönüşüm mümkün mü?

Gökçe Şencan & Dr. Fırat Akova & Anıl Kemal Aktaş

Türkiye, değişen iklimin gittikçe ağırlaşacak etkilerini orman yangınları, seller, kuraklık ve diğer çevre felaketleri sebebiyle gittikçe güçlü bir şekilde hissetmeye başladı. Akdeniz’deki konumundan dolayı Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda bu etkileri daha ağır bir şekilde hissetmesi bekleniliyor. Türkiye’nin içinden geçtiği zorlu ekonomik dönemin, demokrasi ve hukuk devletinin yaşadığı çözülmenin yanında iklim krizinin getirdiği zorluklar da ülkenin üzerindeki baskıyı arttırmak. Dünyadaki birçok önemli iklim uzmanı, dünyanın acil bir şekilde karbonsuzlaşmaya başlaması gerektiğine dikkat çekiyor.

Türkiye’deki birçok karar verici, Türkiye’nin diğer ülkelere kıyasla nispeten düşük tarihsel karbon salınımının arkasına sığınıyor ve maliyetleri gerekçe göstererek Türkiye’nin iklim krizine karşı eyleme geçmemesi gerektiğinde ısrar ediyor. Ancak çeşitli araştırmalar ve bilimsel bulgular oldukça farklı bir tablo çiziyor. Dünyada ve Türkiye’de yürütülen iklim çalışmalarına göre Türkiye’nin köklü bir Yeşil Adil Dönüşüm sürecine girmesi ülkenin yaşadığı birçok sorunu eş zamanlı olarak çözebilir. Bu dönüşüm doğru planlandığında toplumsal maliyete sebep olmanın tam aksine ülke ekonomisini canlandırabilir, kırsal bölgelerin kalkınmasını hızlandırabilir ve iklim krizinin gelecekte getireceği ağır etkileri hafifletebilir.

Türkiye’nin oluşturacağı Yeşil Adil Dönüşüm planında önceliklendirilmesi gereken birçok kamu politikası ve hukuksal reform öğeleri bulunmakta. Bu politikaları ve diğer reformları, üç ana başlık altında özetleyebiliriz: Yeşil Kalkınma, Yeşil Adalet ve Yeşil Diplomasi.

Yeşil Kalkınma başlığı altında, Türkiye’nin elektrik ve ulaşım sektörlerindeki yeşil yatırımları hızla artırması gerekiyor. Elektrikte şebekeye ve iletim hatlarına yatırım arttırılmalı, güneş ve rüzgâr kapasitelerinin arttırılmasıyla önce kömür, sonra doğalgaz santralleri aşamalı olarak kapatılmalı ve geniş çaplı elektrik depolama teknolojileri devreye sokulmalıdır. Düşük gelirli vatandaşlara, elektrikli araç aldıklarında hem vergide hem de araç fiyatlarında indirim uygulanmalıdır. Şehirlerarası otoyollarda elektrikli araçlar için hızlı şarj istasyonları yaygınlaştırılmalıdır.

Yenilenebilir enerji üretim donanımlarının ve elektrikli araçların da ülke içinde üretilmesi sanayimizi canlandırmada büyük bir rol oynayacaktır. Ücretsiz meslek programlarıyla ve yükseköğretimin yeniden planlanmasıyla, özellikle şu anda iş bulmakta zorlanan gençler ve yenilenebilir enerji sektöründe yaratılacak orta ve yüksek beceri gerektiren işlere yönlendirilebilir.

Kırsal politikaların özellikle yatırıma ihtiyaç duyan şehirleri Yeşil Kalkınma girişimleriyle önceliklendirmesi büyük önem taşımaktadır. Ekonomisi kömüre ve diğer fosil yakıtlara dayanan kırsal bölgelerin Yeşil Kalkınma çerçevesinde önceliklendirilerek “fırsat şehirleri” olarak tanıtılması, ekonomik teşviklerin bu bölgelere yönlendirilmesi, bu bölgelerde fosil yakıt sektöründe çalışanların yenilenebilir enerji sektörüne eğitim ve teşviklerle yönlendirilmesi Yeşil Kalkınma’nın adil bir şekilde gerçekleşmesini sağlayacaktır.

Tarım politikalarının iklim krizinin beklenen etkilerine göre şekillendirilmesi, tarım sektörümüzün ve gıda kaynaklarımızın güvenliğini sağlamak için büyük önem taşıyor. Bunun için öncelikle Türkiye’nin iklim krizine karşı ulusal bir tarım stratejisi belirlemesi, değişen iklim koşullarına göre hangi coğrafi bölgelerde hangi ürünün yetiştirilmesinin uygun olacağını tespit ederek bu yönde tarımsal teşvikler planlaması gerekiyor. Bunun yanında tarlalarda su kullanım verimi arttırılmalı, çiftçilere tarlalarına güneş paneli kurması için fırsat sağlanmalı, organik ve ilaçsız tarım desteklenmeli ve iklimle uyumlu tarım için çiftçi girişimlerine finansal olanaklar sağlanmalıdır.

Türkiye’de şehirlere de iklim krizine hazırlıkta önemli sorumluluklar düşmekte. Kişisel araçlar yerine karbonsuz ulaşım çözümleri desteklenmelidir. Elektrikli bisikletler, güvenli yaya ve bisiklet koridorları yaygınlaştırılmalıdır. Otoparklarda elektrikli araç istasyonları yaygınlaştırılmalı, köprülerde ve otoyollarda elektrikli araçlara indirim tanınmalı, yeni binaların tam elektrikli olması ve elektrikli araç şarj istasyonu bulundurması zorunlu tutulmalıdır. Toplu taşıma araç filoları elektrikleştirilmelidir. Çatı güneş panelleri yaygınlaştırılmalı, çatılarda üretilen ihtiyaç fazlası elektriğin şebekeye satılmasına olanak tanınmalıdır. Sel riskine karşı daha fazla yeşil alan yaratılmalı, su verimliliğinin arttırılması için hem evlere hem de su altyapısına yatırımlar arttırılmalıdır.

Bu politikaların gerçekçi bir şekilde tasarlanması ve başarıya ulaşması için, Türkiye’de her kentin veya coğrafi bölgenin iklim projeksiyonlarını ve iklim krizinden etkilenme simülasyonlarını içeren bir ekoloji veritabanı kurulmasını öneriyoruz. Bu veritabanı ve diğer çevresel ve iklimsel veriler, şeffaflıkla paylaşılmalıdır.

Yeşil Adalet başlığı altında, Türkiye’de anayasa hukuku yaklaşımına da bağlı olarak doğa ile yeni bir sözleşme yapmamız gerekmektedir. Doğadaki her bir unsuru hak öznesi olarak tanımlayarak hukuk önünde eşitlik için genel bir adım atılabilir.

Devamında Gelecek kuşakların haklarını koruyacak olan Gelecek Kuşaklar Temsilciliği kurulmasını öneriyoruz. Yasal savunuculuk haklarının güçlendirilmesi, savunucuların bilimsel ve hukuksal takip kapasitelerinin desteklenmesi de bir başka önemli bileşen.

İklim krizinin neden olduğu aşırı sıcak hava dalgaları gibi uç hava olayları, toplumun en savunmasız kesimlerini ve meslek gruplarını çok ağır etkileneceğine dair önemli tespitler mevcut. Bu sebeple tarım ve endüstri çalışanlarının uğrayabileceği su kaybı veya zararlı ışınlar sebebiyle oluşabilecek hastalıklara karşı zaten Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile tanımlanan “yıpranma hakkının” genişletilmesi uygun olacaktır. Hatta bu hakkın tanımlanması ile birlikte “İklim Kanunu” önermeleri çerçevesinde iklim ve ekoloji krizinin getirdiği olumsuzluklarda en çok payı olan yapıların oransal olarak tespiti ile birlikte direk destekleme fonları üzerinden toplumun bu krizle birlikte en çok olumsuz etkilenecek gruplarına doğrudan yardım aktarılması da tartışılmalıdır. Uluslararası hukuka uygun olarak sınır aşan bir sorumluluk alınmalı ve Aarhus Sözleşmesi imzalanmalıdır.

Oluşan tahribatın tespitinde yaşanan yetersizliklerden ötürü taraflar arasındaki eşitsizliklerle birlikte kirletenin “kusursuz sorumluluğu” prensibi gerçek manasıyla uygulanamıyor. Bu sebeple “kirleten öder” prensibinin yani yaratılan faaliyetinin maliyetinin fiili gerçekleştiren tarafından ödenmesinin önleyici bir etkisininde olabilmesi için zamanaşımı ilkesinin çevre davalarında uygulanmaması tartışılmalıdır.

Yeşil Diplomasi başlığı altında iklime bağlı göç için acil bir plan çıkararak hazırlık yapılmasını gerekli buluyoruz. Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’de, iklim diplomasisi alanında büyük bir eksiklik mevcut. Bu durum, bölgenin iklim krizine karşı savunmasız olmasına ve kırılganlaşmasına neden olmakta. Özellikle iklim krizine karşı oldukça kırılgan olan Fırat-Dicle Havzası bütüncül bir şekilde yönetilememekte. Bu eksiklikler, Türkiye’nin bölgede iklim diplomasisi yürütmesi ve iklim liderliğini üstlenmesi için büyük bir alan sağlıyor. Türkiye bu liderlik boşluğunu doldurabilir ve Doğu Akdeniz’in iklim krizine karşı hazırlanmasına önayak olabilir.

İklim krizine karşı büyük bir sınav vereceğimiz açık, fakat Türkiye’nin bu sınavı başarıyla atlatmasına yardımcı olacak birçok politika hâlihazırda mevcut. Çeşitli anketlere göre iklim kriziyle mücadele kamuoyu tarafından da destek görüyor. Fakat iklim krizini hak ettiği ciddiyetle ele alacak ve gündeminde önceliklendirecek politik liderlere ihtiyacımız var.[1] Bir diğer gerçeklik ise bütün dünyada yaşanan demokratik erozyon devletler ile şirketler arasındaki asla şeffaf olmayan bir ittifak doğanın ve büyük kitlelerin savunmasız kalmasıyla sonuçlandı. Türkiye’de ise “kurumsallaşan hukuksuzluk” ile birlikte devasa şirketlerin karşısında var olan hakları savunabilmek neredeyse imkânsız halde. Türkiye’nin makro krizleri sadece beşeri yapısına bağlı sorunlar veya ekonomik kırılganlıkları ile alakalı olmayacak. Ekolojik sınamalar çok yakında hayatlarımıza girmiş olacak ve topyekûn bir demokratik, kamucu ve eşitlikçi ekolojik dönüşümü, refahı yeniden anlamlandırarak tabana yaymak durumundayız. Ekoloji ve iklimin geldiği noktada en büyük sorumluluğu taşıyanların acil olarak kendi paylarına düşeni yapmaları gerekiyor. Sonuç olarak önümüzde iki seçenek kalıyor: Zorunlu Mütevazılık veya Gönüllü Vazgeçiş.


İVME Hareketi’nin“İklim Krizine Karşı Adil Yeşil Dönüşüm: Türkiye için Politika Önerileri” raporuna https://www.ivmehareketi.com/wp-content/uploads/2021/12/Iklim-Krizine-Karsi-Yesil-Adil-Donusum_Kasim-2021.pdf bağlantısından ulaşabilirsiniz.