Cumhurbaşkanı geçtiğimiz hafta meclis açılışında yaptığı konuşmada Paris İklim Anlaşması’nı onaylama sürecini “yeşil kalkınma devriminin ilk müjdesi” olarak tarif etti. Ardından “Akkuyu’da halen süren nükleer güç santralimizin ilk etabını inşallah 2023 Mayıs’ın hizmete alacak, yeni güç santrallerinin inşası için gereken adımları da atacağız” dedi. Bu tutumun ne anlama geldiğini irdelemek gerekiyor.

***


Öncelikle AKP iktidarının ekoloji politiği açısından tutarlı bir tutum olduğunu söylemekle başlayabiliriz. Nihayet nükleer enerjinin, özellikle de aşırı iklim olayları ve buna bağlı olarak ortaya çıkacak toplumsal, ekonomik, ekolojik sorunlarda beklenen artış hesaba katıldığında, belki de en riskli enerji üretimi modeli olduğu yönündeki tarihsel ve bilimsel gerçekleri de unutmamalıyız. Diğer yandan, enerji krizi konusunun yakıcı bir gündem halini aldığı bu dönemde, enerji üretiminde bağımsızlığın önemi anlaşılırken, nükleer enerjinin doğrudan bağımlılık anlamını taşıyacağını da hatırda tutmak gerekiyor.

***

Böylece iklim krizini derinleştirmek, sermayeye ve dışa bağımlılığı artırmak anlamını kazanan “yeşil kalkınma devrimi” iddiası, Paris İklim Anlaşması’nın hedeflerine nasıl ulaşılacağı konusunda hem nükleer karşıtı veya diğer türden ekoloji mücadelelerin ekopolitik ufkunu tartışmaya açmayı hem de solun buradaki yönelimini ve dahlini düşünmeyi gerektiriyor. Hele ki Paris İklim Anlaşması’nın imzalanması tek başına bir kazanım olarak yorumlayan çevre hareketleri düşünüldüğünde... Bu açıdan bakarken, amacını farklı toplumsal güçlerin “krizin özgürleştirici bir çözümü adına en etkili şekilde nasıl harekete geçirilebileceğini açıklığa kavuşturmak” olarak niteleyen Nancy Fraser’a başvuracağım.

***

Geçtiğimiz ay Jacobin Latin Amerika editörü Martin Mosquera’ya verdiği röportajda, “yamyam kapitalizmi” adını verdiği, kapitalizmin, yaşamın tüm alanlarını işgal ederek kendisi dâhil tüm koşulları yok oluşa sürükleyebileceği sentezini irdeliyordu. Fraser’ın esasen mevcut durumun gösterdiği olası senaryolardan biri olarak işaret ettiği “yamyam kapitalizmi”ne varan düşünsel izleği, gelecek senaryolarına dair bir iddia ortaya koymak için değerli bir perspektif sunuyor.

***

Düşünmeye mevcut krizin gelişimsel (developmental) mi yoksa çağsal/çığır açıcı/benzersiz (epochal) mı olduğu sorusundan hareketle başlıyor. Kapitalizmin bir krizi olarak “çağsal” krizin çözümü, sistemin üstesinden gelmeyi gerektirirken, kapitalist bir “birikim rejimine” veya aşamasına özgü olarak gelişimsel kriz ise yalnızca geçici olarak ve yine kapitalist olan yeni bir rejim getirilerek çözülebilir diyor. Kriz yaratan sistemin ortaya çıkardığı sömürü ilişkilerin yeniden çizileceği bir çözüm diyor Fraser, “er ya da geç belaya yol açacak bir kriz eğilimi (ekonomik, ekolojik, sosyal veya politik) barındırır”. “Yeşil kalkınma devrimi”nin tam da buraya denk düşeceği görünüyor.

***

Dahası, Fraser, bazı açılardan finansallaşmış rejime özgü olan mevcut krize karşın ekolojik krizin, çözümü ancak kapitalizmin aşılmasıyla mümkün olabilecek bir kriz olduğunu söylüyor. Bu durumda önümüzde olası üç senaryo olduğunu ifade ediyor: toplumsal yamyamlık, küresel otoriter bir rejim ve küresel demokratik ekososyalizm. En iyi ihtimal olan demokratik ekososyalizm için “tüm özgürleştirici güçleri bir eko-toplumsal dönüşüm projesinin arkasında birleştirebilecek yeni bir karşı-hegemonik blok” ihtiyacına; ekoloji hareketlerinin, iklim krizinin de tarihsel itici gücü olarak kapitalizme karşı ve çevre-aşırı bir ekopolitik projede birleşmesi gerektiğine işaret ediyor.

***

Şüphesiz ki Paris İklim Anlaşması’nın hedeflerine nasıl ulaşılacağı gibi gelecek senaryolarına dair iddialarımızı yapıp ettiklerimiz belirleyecek. Ekolojik kriz karşısındaki düşünsel, fiili, hukuki farklı türden katkılar da burada önemli rol oynuyor. Daha da önemlisi, ekoloji mücadelesini ileri sıçratacak anlamlı bir adım olarak antikapitalist ve çevre-aşırı bir zeminin, yaratılıp yaratılamayacağıdır. Bu süreçte “yeşil kalkınma devrimi” bir müjde değil, ancak bir mücadele alanı olarak düşünülebilir.