Türkçeyi edebiyatına sindiren yazarımız, macera romanı tadıyla anlatımını felsefe notlarıyla, mesela rüyâlara ait kimi laboratuvar saptamalarıyla, nâdiren şiirsel anlatımla bezeyerek, Arjantin turu yaptırıyor

Yeşil gülün sırrı

Mahmut Şenol

Okurunu ¨Sır¨peşinde gezdiren romanların evveliyatı eskiye dayansa bile, bu işin kilometre taşını Umberto Eco dikmiştir. Bana göre Gülün Adı, edebiyatta Apertura’dır. Ardından romancılıkta yeni bir tür doğdu, zannediyorum. Bu türü, SIR–Enigma romancılığı diye adlandırmak gerekir; yanlış olmaz.
Alfa Yayıncılık kitapları arasında yer alıp özenle hazırlanmış bir roman, 2015’in verimsiz geçen romancılığı, edebiyat dünyası içinde uzak bir yıldız gibi ışığını parlattı ve ‘Sırrı’ arayan yazarıyla, okurunu buluşturmaya çalıştı.
¨Arjantin Rüyası¨ başlığıyla yayımlanan Tuğrul Türkkan’ın romanı, aslında E Kitap tarafından Rosa Verde başlığıyla basılmıştı; sanırım, bu elden geçirilmiş yeni baskısıdır.
Kitabın künyesinde buna dair bilgi olmamakla beraber, yazarın ilk eseridir.
Rosa Verde’nin kapağında Caspar Friedrich’ in,1818 tarihli, Romantizmin sembolü sayılan Sisler Üzerindeki Gezgin adlı klasik ve kült hâle gelmiş, pek bilinen resmi bu kez kullanılmamış.
Romanın 140’lı sayfalarında Alman Romantizminin meşhur adı Novalis müstear ismiyle bilinen şair Georg von Hardenberg’e yer verildiğini görüyoruz.
Yazarımız, Novalis’in yarım kalmış son romanındaki kahramanın, rüyasında mavi bir gül görüp ona âşık olarak peşine düştüğü hikâyata bir gönderme yapmakla, kurgusunu daha baştan sunuyor.
Roman kahramanı Kerem Laçin, ‘Kaybedilmiş Cennetin Yanık İlahisi’ gibi, birdenbire karşısına çıkan Yeşil Gül efsanesiyle ilgilenerek, Arjantin’e olan iş seyahatini maceraya çeviriyor.
Maceraya takıldığımızdan, Kerem’i ticaret yapsın diye buralara gönderen İstanbul’daki patronunu aklımıza getirmiyoruz.
Buraya kadar geldiysek, şimdi, kaba hatlarıyla romanın hikâyesini aktarmalıyız.
Kerem, otuzlu yaşlarındadır, anladığımızca sağlıklı, dinç, entelektüel, hem de bekâr bir erkektir. Çalıştığı şirketin uluslararası pazarlama işleri için dünyayı dolaşmaktadır, ki bu kez romanda yolu Buenos Aires-Arjantin’e düşecektir.

Uçakta tanıştığı Arjantin Pampalarında çiftlik sahibi, turizm zengini, görmüş geçirmiş, yaş almış Armando Linares’le havalimanında vedalaşır ama sonra yolları kesişecektir. Bütün romanların denge & halter ego kahramanı gibi Armando, babayâni biçimde Kerem’in ardında Hz.Hızır gibi dolaşacaktır.
Kerem hava alanında dünya güzeli bir kızla tanışır, şaşkınlıktan eli ayağına dolaştığından olacak doğru dürüst malûmat alamaz, adını bilmez, tek öğrendiği şey kızın¨Rosa Verde’ye gideceğine,¨ dair lakırdıdır.
Kızcağız El Turco diye Arjantin’de bilinen, Osmanlı İmparatorluğundan göç etmiş Suriyeli Hıristiyan Araplardandır. Romanın akışı bundan sonra, Rosa Verde’yi bulmak üzere kurulur.
Rosa Verde, İspanyolca, Yeşil Gül’dür!

Kerem’in Buenos Aires’de başına gelmedik kalmaz. Evvela, İstanbul’dan dostu bir kız arkadaşının münhâl evine misafir gider, ki orada Azerî asıllı Babek adlı hayta bir adamla tanışır. Babek’in karanlık geçmişini romanın sonunda öğreniriz, ama Okur onu şimdilik dolandırıcı, üçkâğıtçı, zıpır, Hedonizmin en bireyci yanıyla yaşayan biri olarak tanıyacaktır.
Babek’in Buenos Aires’de Kerem’in başına açmadı bela, dert kalmaz.
Böylece, romanda ikili kahraman denilen, Jale Parla’nın adlandırmasıyla, ‘Çiftlilik’ diye iki zıt, ama birbirini tamamlayan maceraperestimiz olur.
İkili roman kahramanlığı, Don Quijote ve Sanco Panza’dan başlayacaktır.
Voltaire’in Candide adlı satirik romanında kahraman bolluğuyla devam edecektir; Robinson Cruose’nın Cuma’sı da öyledir.

Rosa Verde’nin nerede olduğunu araştırmaya başlamakla romanın heyecan dozu artar.
Türkçeyi edebiyatına sindirmiş yazarımız, şimdinin genç ve sokak ağzıyla konuşan kuşaklarından uzaktır ve arada bir argolaştırıp yazsa da, metni bozmayan akıcı bir kaleme sahiptir.
Macera romanı tadıyla götürdüğü anlatımını yer yer felsefe notlarıyla, mesela rüyâlara ait kimi laboratuvar saptamalarıyla, çok nâdiren şiirsel anlatımla bezeyerek, bir Arjantin turu yaptırır.
Buzulların inanılmaz sesler çıkarıp kırıldığı Güney-Cenup denizine inerler, dağlarda donmaya râmak kalırken kurtulurlar, tenekeden köhne Fiat otomobille yollarda sürünürler, Alzeimerlı bir hastayı ayak üstü dolandıran Babek’in bu tatlı hâllerine karşılık dayak yerler, buzdağının kırıkları içinden geçmeye heves gösterip buzlu gölde boğulurken Amigo Armando onları kurtarır; Cesna tipi pır-pır uçakla Pampa düzlüğünde fink atarlar.
Aktör Harrison Ford’un sinemada canlandırdığı Indiana Jones’u gibi maceradan maceraya zıplar hepsi... Kerem’in iki saniyede âşık olduğu kızı, onun dudaklarından dökülmüş yeşil gülü bulmaya koştururlar.
Yeşil Gül, Arjantin yerlisine ait mitolojik masaldır, fakat gerçeği de vardır.
Nitekim şirket toplantılarını bırakıp maceraya atılmış Kerem ve ona eşlik eden ekürisi sonunda yeşil gülü bulacaktır.

Şimdi ip ucu vermeden, buradan şuraya gitmeyiz: Türkkan, belli ki, rüyalara ait psikolojik yayınları izlemiştir. Roman kahramanı Kerem, rüyâsını kontrol edebilen, dilediğini görüp dilemediğini seyretmeyen bir beyne sahibidir. Buna dair kimi akademik bulguları yorumlayan yazarımız, Berrak Rüyâ diye bir şeyden bahseder.
Roman, bütünüyle yoksa Kerem’in berrak rüyâsı mıdır; buna göre okumalısınız.
Gelelim SIR’ra dair eleştirime...
U.Eco’nun gürültü koparmış, filme çekilmiş eseri ardından bir de Foucalt Sarkacı gelmişti.
Yine içine sır saklanmış hikâyeydi.
Eco’nun derhal kopyaları ortaya çıkacaktı; bekleniyordu. Döküntüsü bol bir piyasa oluşuverdi, hemencecik...
Bunlardan en çok isim yapanı, Dan Brown’ın ‘DaVinci Kodu’ başlıklı kitabı oldu.
Paraya para demeyen Dan Brown’ın ardından birçok yazarın, üstelik aslına bakarsanız edebiyatı kusursuz görünen birçoklarının bu alanda kalem törpülediğini, dirsek çürüttüğünü, minder eskittiğini söyleyebiliriz.
Türk romancılığına bu salgın bulaşmakta gecikmedi.
Benim, kalemini ve edebiyatını bu yolda yazık ettiğine inandığım çok isim vardır, ki burada sıralarsam belki kalplerini incitirim.

Oysa sır, gizli şifre, bir kutu içinde saklı bilmece, şövalye yeminleri, mânalı mühürler, dualar, kutsal mesajlar, sisli ve gizemli adalarda yetişen acaip şeyler ve bulmaca peşinde dolaşmasalar, ihtiyacımız olan en iyi romanları, edebiyatın en güzel eserlerini onlar çıkaracaktır; ben, alkışlardım.
İşte, T.Türkkan’ın bu nâdide eserinde aklıma eskiye ait üzüntüm geliverdi.
İyi romanlar sıralamasına girecek düzeydeki Arjantin Rüyası’yla ilgili tek eleştirim şu olur ki, dilerdim, Türkkan o usta kalemini bu sokaklarda dolaştırmasın ve sokaktaki insanın iç dünyasını, yaşadığı basit, yalın şeyleri derinliğiyle yazsındı.

Fakat henüz yazarımızın epeyi genç olduğunu hesaba alırsak, umudumuz sürecektir.
Biz Türkkan’dan roman kahramanlarını unutmayacağımız eserler bekliyoruz.
Zira romanı kapattıktan sonra Kerem-Babek-Armando’nun Ego-Süperego-Halterego ilişkisinden başka bir şey hatıramızda kalmadı.