Yeşilçam filmleri bize ne söyler?

EREN AYSAN

Bugünün huzursuzluğundan kaçmak için eskiye sığınmak küçük hazlar verir her zaman. Gelecekten hatta şimdiden arınmak daha masum dönemlere yönlendirir bizi. Geriye tutunacak, ‘bir zamanlar’ deyişi kalır. Orada ne yoksulluktan siyanüre sığınan aileler ne Rabia Naz cinayeti ne de adaletin tükenişi vardır.

Smokinli, viskili, purolu adamların süzdüğü pırıltılı, görkemli, ince cigaralı kadınlar, imkânsız tesadüfler, güzel müziklerle bezeli danslar, büyük aşklar ille de mutlu sonlar iyileştirici görünür. Bizim gibi ülkelerde nostaljik olan, her türlü karmaşadan kendini kurtarmak adına tutunacak dala dönüşür. Modada bile bunun karşılığı vardır: Vintage sevdası!

Bir anda 1960 model chevroletten Ediz Hun iner. Çapkın gülüşüyle yoksul ama masum idealist öğretmen Türkan Şoray’ı izler. İstanbul siyah beyaz filmin kadrajından taşmış, dünya güzeli bir kadına dönüşmüş sere serpe uzanmaktadır. O kadar eski olmasa da çocukluğunun İstanbul’u gelip oturur yanıbaşına. ‘Zihin Kuşları’ diye bir kitabı vardır Leyla Erbil’in. -Ne de güzel bir kitap ismidir.- Aklımızdan hızlıca geçenleri, ufak çağrışımlarla bağlanan anı zincirlerini sıralar adeta. Daha çok eğlenceli, az biraz buruk dünü imler. Bazen bir güvercin gibi barışçıl, bazen bir kartal gibi yırtıcıdır aklımızdan geçenler.

Haydar Ergülen de ‘Avunmalar Gazeli’nden gelir seslenir: “Teselli olsun isterdin kaçırdığın son vapurun adı/ o Üsküdar’a gitse sen tutar yanlış adaya inerdin!” Vuslat uzakta bir yerdedir. Olanca masumluğuyla…

Oysa eski filmler salt aşkın yüceliğini barındırmaz. Varlıklı aile, çocuğunun yoksul kızla evlenmesine razı olmaz. Üstelik geçmişinde çok fakirlik çekseler de ‘ne olduğu belli olmayan’, hele taşradan gelmiş saf kız asla ama asla biricik evlatlarına yakışmaz. Bu arada kalbi tertemiz kızımız baba gibi gördüğü hasta adama bakmaktadır. Bir sürü yanlış anlaşılma dizgesinin sonunda iki sevgili başlarına gelen her türlü hadiseyi atlatmayı başarır. Hasta adam -muhtelemen Hulusi Kentmen- gerçekten de yıllar önce öldüğünü sandığı kızının kimliğini öğrenir. “Size baba diyebilir miyim?” repliğinden gözyaşları içinde ‘Babacığım’a sığınırlar karşılıklı. Hayatın sillesini yemiş, buna rağmen doğru yoldan şaşmamış Türkan Şoray, hak ettiği değere kavuşur, soylu bir ailenin kızı olarak hayatını sürdürmeye hazırlanır bir anda. Böylece ‘davul bile dengi dengine’ sözünü aslında filmin sonunda sistem sağlar. Zaten kaderden de kaçılmaz!

Orta sınıf burjuva ahlakının bütün değerlerine sonuna kadar bağlı olan melodrama da her defasında kendini yeniden inşa etmeyi başarır. Adorno demişti, “Burjuvazi hoşgörülüdür oysa; insanları oldukları gibi sever. Çünkü onların olabileceklerinden nefret etmektedir” diye.

Oysa ‘olabilmeye çalışmak’ tüm zamanların en güzel ve en devrimci şarkısıdır!