Tarık Şengül htseng@metu.edu.tr

Ben bir liberal değilim, liberal bir şehirci hiç değilim! Lakin liberal zamanlarda yaşıyoruz ve kentlerimizi liberal politikalar şekillendirip talan ediyor. Son yıllarda, söz konusu kentleşme mantığına çanak tutan literatürde “yaratıcı kentler ve sınıflar” üzerine bir tartışma yapılıyor.

Bu tartışmanın ana tezi kısaca şöyle ifade edilebilir; kaynakların, bilginin ve işgünün yerleşmeler arasında son derece yarışmacı koşullarda dağıtımının yapıldığı bir dönemde yaşıyoruz. Bu dağıtım sürecinde yaratıcı sınıflar denilen ve bilişim, kültür-sanat, finans, reklamcılık, eğitim gibi alanlarda bilgiyi meta olarak üreten kesimler kritik bir öneme sahipler. Söylenen doğruysa; bu kesimler başarılı kentlerde ve yerleşmelerde yığılmıyorlar. Tersine kaynaklar ve yatırımlar bu tür yaratıcı sınıfların yoğunlaştığı yerlerde yoğunlaşıyor.

Bu yaklaşımın öncüsü liberal kent bilimci Richard Florida. Onun bu yaklaşımını Angela Merkel, uluslararası camiaya yaptığı bir konuşmada şöyle özetliyor; Richard Florida bölgelerin gelişmesinde başarıyı belirleyen koşulları araştırmış ve başarıyı belirleyen, teknoloji, yetenek ve hoşgörü olmak üzere üç “etmen” tanımlamıştır. Ona göre, sürdürülebilir bir ekonomik büyüme bu üç faktör bir araya getirilebildiğinde mümkündür.”

Florida, teknoloji, yetenek ve hoşgörüyü en fazla biriktiren kesim olarak yaratıcı sınıfların araştırmasının yoğunlaştığı ABD kentleri arasında eşitsiz dağıldığını ve bu kesimlerin yoğun olduğu kentlerin diğerlerine göre yüksek ve sürdürülebilir bir gelişme kaydettiğini belirtiyor. Dolayısıyla diyor, bir çok ülkede siyasetçilere ve kent yöneticilerine danışmanlık da yapan Florida, eğer bu anahtar sınıfı kendi yerleşmenize çekmek istiyorsanız, teknoloji yetmez; bu kesimlerin çeşitli tercihlerine yönelik hoşgörülü bir ortam yaratacaksınız. Çünkü bu kesimler hoşgörünün olduğu yerlere yöneliyorlar.

Ben bir liberal değilim ve Florida’nın yaklaşımın bir çok noktadan sorgulayabilirim. Ama bu ülkede uzun süredir liberal denilen politikaları uygulayan, kentleri yatırım ve yatırımcılar için çekici yapmak istediğini söyleyen bir iktidar var. Dahası projesinin merkezine uzun süredir İstanbul’u koyduğunu da biliyoruz. Son dönemde İstanbul’u dünya kenti yapma adına devletin öncülüğünde olmayacak garantiler verilerek büyük ölçekli projeler yüksek insan ve çevre maliyetleri ödenerek yapılıyor.

Tüm bu gelişmelerin orta yerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, Çankaya bir yana bırakılırsa İstanbul’un AKP’ye oy vermeyen ilçeleri üzerine şöyle bir değerlendirme yaptı; “Çankaya, Beşiktaş, Kadıköy, Şişli gibi yerlerindeki seçim sonuçlarına bakın, hiçbirinin ülke gerçekleriyle ilgisi olmadığını görürsünüz. Türkiye yansa da şaha kalksa da bunların umurunda değildir. Buradaki seçmen profili Türkiye pastasının kaymağını yine kesimden oluşuyor”.

Bu ilçelerin ortak özelliği laik yaşam biçimleri yanında Florida’nın sözünü ettiği yaratıcı sınıfların yoğunlaştığı yerler olmaları! Ne diyor liberal Florida, bu yetenekleri teknolojiyle buluşturmak yetmez, söz konusu kesimleri kazanmak istiyorsan, yaşam biçimlerine, tercihlerine, estetik değerlerine karşı hoşgörülü olacaksın! Olmazsan ne olur? Yanıt basit; kaçarlar.

Nitekim son dönemde yapılan araştırmalar bu kesimler arasında yurtdışına kalıcı göç etmenin neredeyse bir salgın haline geldiğini gösteriyor.
Dediğim gibi, ben liberal değilim, ama o paradigmanın mantığı içinden uyarayım; önümüzdeki dönemde 40 milyar dolara yakın bir mali büyüklüğe sahip milyonlarca uçak ve yolcunun beklendiği ileri teknoloji havalimanında uçaklar boş inip, dolu kalkabilir!

Havalimanı denilince kuşkusuz solcu aklıma şu soru da takılıyor; sahi hızla bitirme uğruna ölüme itilen işçilerin kaç tanesi şu dünya kenti İstanbul’un kaymağını yiyen semtlerindendi?