Türkiye’de “madencilik” denildiğinde herkesin aklına Zonguldak gelir. En çok da “grizu patlamalarıyla” ülke gündemine oturur bu emek şehri… 14 Ekim 2022 Cuma günü Amasra’da meydana gelen, 41 madencinin ölümüyle sonuçlanan “maden faciası” yine gündem oluşturdu. Bu da Zonguldak kömür havzasının “kara” tarihine yazılacaktır. Çünkü Amasra 1991’den önce Zonguldak’ın bir ilçesiydi.

Zonguldak’a 1990’ların başından beri sayısız kez gittim. Kömür madeninin etrafında halkalanan hayatları yakından tanıdım. Madenciler, madenci eşleri, babalarını madenlerde kaybetmiş çocukları tanıdım. Madencilerin “kafes” dedikleri ilkel asansöre binip onlarla madene de indim. Amasra Faciası ile ilgili çok haber-yorum yazıldı. Ben size madencileri anlatmak istiyorum.

Maden mühendisi Turhan Karagöz ile Asma Dilaver İşletmesi’ndeki Üzülmez-1 kuyusundan eksi 170 kotuna inmiştim. Galerinin boyu 3 bin 500 metreye varıyordu, ilerledikçe ürpertici hal alıyordu. Kömür yüklü mini vagonlar (bunlara fayton deniliyor) yanımızdan geçerken Turhan ile sırtımızı duvara dayamak zorunda kalıyoruz. Galeri daralıyor, artık aydınlatma da yok. Kafa lambalarının aydınlattığı patikalarda ilerliyoruz. O anda içimden geçeni Turhan Karagöz’e de söylüyorum:

-Burası cezaevine benziyor. Kendimi mahkûm gibi hissediyorum.

Turhan’ın aile köklerinin üzerine bastığımı bilmiyorum. Ben cezaevi dediğimde Turhan anlatmaya başlıyor:

-Benim büyükbabam Çankırı’da yaşarken, 1950’de üç yıl hapis cezasına çarptırılacak bir suç işliyor. Hâkim ona bir seçenek sunuyor: Çankırı’da üç yıl hapis mi, Zonguldak’ta bir buçuk yıl maden işçiliği mi?

O yıllarda ağır hapis cezaları maden işçiliği yanında hafif kalıyormuş. Bunu devlet de kabul ediyor.

Zonguldak havzasında “zorunlu maden işçiliği” de vardı 1950’lerden önce… Tarihin karanlık dönemlerinden kalma bu uygulamayı yaşayan bir maden işçisiyle de tanışmıştım Zonguldak Amele Birliği Hastanesi’nde… Mehmet Salman 75 yaşındaydı. Maden işçiliğine başlama anını şöyle anlatmıştı:

-1946 yılıydı, köye jandarmalar geldi; beni alıp Çaydamar Ocağı’na bıraktılar! O zamanlar madene inmek mecburiydi.

Mehmet Salman 1946’da jandarma zoruyla girdiği maden ocağından 1979’da SSK emeklisi olarak çıkıyor, ciğerlerinin yüzde 86’sını pnomokonyoz (taş tozu) hastalığına teslim etmiş olarak…

Madencilerin vardiya değişimlerinde ocaktan çıkan her madenci “Lambahane”ye gelip lambalarını teslim ediyorlar. Her madencinin numaralı olan lambası yerine asılıyor. Lambacı kontrol ediyor. Eğer eksik lamba varsa aşağıda bir işçi kalmış demektir. Öylesi durumlarda bütün vardiya olduğu gibi ocağa iniyor arkadaşlarını bulmadan evlerine dönmüyorlar.

Gazete manşetlerine “grizu patlaması” olarak geçen olay madencilerin literatüründe “kazalanma” olarak yer alıyor.

Kozlu’da 3 Mart 1992’de meydana gelen ve 263 madencinin ölümüne neden olan Grizu patlaması sırasında sağ kalanların o anda ne yaptıklarını sorduğumda donup kalmıştım:

-Patlamanın olduğu galeriye doğru gittik!

-Kaçıp kurtulmak aklınıza gelmedi mi?

-Yukarı çıksak ne yapacağız ki? Aşağıda kalan arkadaşlarımızı kim çıkartacak? Yine biz!..

Hani “takım ruhu” adıyla seminerler düzenleniyor ya, “madenci ruhu” yanında hepsi “nane ruhu” kalır. Madenciler “Biz her gün ölümle dans ediyoruz” demişlerdi. Madencilerin “ölümle dansı” son yirmi yılda daha da fazlalaştı. Özelleştirilen madenlerde tek kural hakim oldu:

-Yeter ki kömür çıksın, işçiler göçüklerde kalabilir!