Gıda fiyatlarındaki artış sürerken yeterli beslenme sorunu büyümeye devam ediyor. Alım gücündeki düşüş ve gelir kaybına vergi artışları ve gıda zamları da eklenince sadece yeterli beslenmedeki düşüşle ile açlık sınırı da artıyor. Derin Yoksulluk Ağı’nın verilerine göre İstanbul’da her 100 kişiden 14’ü gıdaya hiç erişemezken, yüzde 49’u belirli besin gruplarına erişemiyor.

Bununla birlikte, Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu’nun Ar-Ge birimi KAMU-AR’ın yaptığı araştırmaya göre ise, şubat ayında açlık sınırı bir önceki aya göre 46 lira daha artarak 3 bin 313 liraya; yoksulluk sınırı ise 11 bin 466 liraya yükseldi. Aynı araştırmaya göre gıda fiyatlarında geçen yılın şubat ayına göre yüzde 29,7 oranında artış olduğu ifade ediliyor: “Bu yıl şubatta geçen yılın şubat ayına göre ekmek, un, bulgur, makarna fiyatlarında yüzde 24.3, et-balık fiyatlarında 15.4, süt ve süt ürünleri ile yumurta fiyatlarında yüzde 35.4 oranında artış yaşandı. Bir yıl öncesine göre yağ fiyatları yüzde 31,6 zamlandı. Meyve fiyatları ise yüzde 32,8 oranında, sebze fiyatları ise yüzde 55.8 oranında artış gösterdi” deniliyor haberlerde.

Bunlara karşın ne yoksullaşma ne açlık ne de yeterli beslenme herhangi bir politika değişikliğini getiriyor. Derin Yoksulluk Ağı örneğin, kamu kurumlarını ve yerel yönetimleri acil eylem planı hazırlamaya davet ediyor fakat bu sorunlar hükümetin politikalarına yansımadığı gibi belediye grevlerinin gösterdiği üzere ‘sorunlara müdahale’de grev nedeniyle toplanmayan çöpler kadar öncelik teşkil etmiyor.

***

Geçen hafta gıda zamları gündeme geldiğinde ‘hükümet zamlara karşı harekete geçiyor’ başlıklı haberler okuduk. Daha geçen ay çözüm olarak sunulan pttavm.com satışlarından vazgeçen hükümetin bu seferki önerisi de Tarım Kredi Kooperatifi marketlerinin sayısını 500’e çıkarmaktı. Üstelik Tarım Kredi Kooperatiflerinin bizzat kendisi çiftçinin üretime dair sorunları arasında sayılıyor. Neredeyse iki senedir ara sıra patlak veren bu müthiş öneri gerçekleşse bile bir işe yaramayacak olmasının bir önemi de yok nasılsa.

Hükümet göz boyamayı bırakıp, fiyat artışlarına sebep olan piyasacı tarım politikalarını terk etmez; girdi maliyetlerini düşürmeye yönelik olarak çözüm üretmez, çiftçinin de üretimden kopmasına engel olmayarak patatesi depoda çürütüp tarım arazilerini işlevsizleştirirse, gıda krizi sürecek, fiyatları artmayı sürdürecek. Raftaki fiyata etki edemediğiniz sürece istediğiniz kadar market açın, nafile.

Diğer yandan, hükümetin bunlara ek olarak alım gücündeki düşüşü de görmezden gelmesi, ‘kuru ekmek yiyen aç değildir’ zihniyetinin hâkimiyet kazanmasına zemin hazırlamış görünüyor. Son haftalardaki belediye grevlerinin gösterdiği taban ücret tartışmaları, açlık ve yoksulluk gibi yaşamsal sorunları işçiye müstahak gören bir anlayışı görünürleştirdi. Yemek için kendisine yüzde 1 zam önerilen işçilerden biri tam da buna dikkat çekiyordu; temel besinler her hafta zamlanırken yılda bir yapılan zammın bunu görmemesini kabul etmiyoruz, insanca yaşayacak ücret talep ediyoruz diyordu.

***

Yerel yönetimlerin grevlerden öğrenecek çok şeyi var. Her şeyden önce, hak aramayı ve hak arama sürecinde mal ve hizmet üretiminin durdurmayı değil; insanları açlık ve yoksulluk sınırının çok altında yaşamak zorunda bırakmayı, işsizliği acil müdahale edilecek sorun olarak tarif etmek gerektiğini görmeliler. Nitekim kamu sağlığı da, işçiye insanca yaşam mücadelesinde engel olacak şekilde çöp toplayarak değil, açlık ve yoksulluk dayatmasına karşı adım atılarak tesis edilebilir. Bu doğrultuda hepimize düşen yeterli beslenmeyi bir hak olarak tesis etmek için; toplumsal eşitlik için herkesin insanca yaşayabilmesini garanti edecek sıfır açlık ve sıfır yoksulluk politikaları üzerine düşünürken bu doğrultudaki tüm mücadelelere güç vermektir.