Geçen haftaki yandaş gazete manşetlerinden biri şöyleydi: “Aşımızı dünyayla paylaşacağız!” İlk tepkim haliyle “hayda!” oldu; sanki aç karnımızı doyurduk da aşımızı ekmeğimizi başkalarıyla mı paylaşacaktık? Meğer haberde koronaya karşı yerli aşı yapılacağı ve bunun da dünyanın hizmetine sunulacağı “vaadi” yazmaktaymış. Yine dünya bizi kıskanacakmış, filan…

AKP’ye dünya çapında biçilen misyonu ve kendisinin biçtiği misyonu yıllardır epey tartıştık. BOP’tan başladılar, neo-liberalizm emrinde neo-Osmanlıcılık noktasına getirildiler, bazen bölgesel aktör yapıldılar ve sonra o rol bile ellerinden alındı. Bölgesel aktörlük bile küresel düzlemde sadece bir figüranlıktı, taşeronluktu; ama bunu dünya bizi kıskanıyor kıvamında pazarladılar. Şimdi artık telefon başında beklemekten bitap düşüyor ve yeri geldiğinde zılgıtı da yiyorlar. Zılgıtı yedikçe de hınçlarını kendi muhalefetine söverek, muhalefetini döverek çıkarıyorlar. Muhalefet etmeyi bile muhalefete muhalefet ederek tekeline alan iktidardan başka türlüsü de beklenmez ki.


İktidarı bırakmaya elbette hiç niyetleri yok. Gerçi önümüzdeki günlerde 23 Nisan vesilesiyle koltuklarını çocuklara bırakacaklar ama belki bundan bile vazgeçerler. 23 Nisan deyince aklıma geldi, arşive baktım. 23 Nisan 2010 tarihinde, yani tam da başkanlık rejiminin tartışmaya açıldığı günlerde, o sıralar Başbakan olan Erdoğan, koltuğunu 4. sınıf öğrencisi Elgin Koçubaba adlı bir çocuğa bırakmıştı. Küçük Elgin ise heyecanlanarak ona “Konuşmama başlayayım mı?” diye sormuştu. İşte bu soruya verdiği cevapla (her zamanki gibi!) yine tarihe geçmişti:
“Yetki artık senin. İster asarsın ister kesersin!”

Yaa, işte böyleydi; başkanlık rejiminin tarifi daha o yıllarda alenen yapılmıştı.

Her neyse, madem 11 yıl öncesine gittik, o sıralar meydana gelen bir başka olayı daha hatırlatayım. Ki bu da bir nevi yine “Yetki artık senin. İster asarsın ister kesersin!” düsturuyla gelişip bugüne gelen bir hadiseydi. Kılıçdaroğlu 22 Mayıs 2010 tarihinde yapılan ve tek aday olarak girdiği 33. Olağan CHP Kurultayı’nda 7. genel başkan seçilmişti. O yıllarda siyaset yeniden dizayn edilmekteydi; Baykal’a meşum kaset şantajı gündemdeydi. Ve işte Saraylıların ikide bir “kasetle geldin Bay Kemal” cümlelerini hâlâ dinleriz.

DİNDARLIK VE MİLLİYETÇİLİK DİZAYNI

Kılıçdaroğlu’nu seversiniz, sevmezsiniz ayrı bir şey, ama onu bu tür şaibelere bulaştıran komplo teoriciliği çok ayıptır. Oysa o yıllara dönüp bakıldığında Kılıçdaroğlu’nun parti içindeki bir “damarın ürünü” olduğu söylenebilirdi. Çünkü 17 Mayıs 2004 yerel seçimlerinin ardından aralarında Kılıçdaroğlu’nun da bulunduğu CHP’li 30 milletvekili Baykal’a bayrak açarak “İktidar Yürüyüşü Hareketi” adıyla bir bildiri yayımlamış; bildiride mesela 12 Eylül’ün anayasal ve yasal kurumsal yapısının kalıntılarının temizlenmesi gibi talepler yer almıştı. Baykal ise bunlar arasından 27 milletvekilini tasfiye etmişti. Ve yine o yıllarda siyaset dizayn edilmeye çalışılırken ve Baykal (şimdilerde o kasetleri piyasaya sürdüğü ispatlanan) Gülen’den dahi medet umarken, o kaset komplosu CHP’nin kendisini (iç dinamiğiyle!) dizayn etmek için bir fırsat yaratmış da olabilirdi. Nitekim öyle oldu. Öyle bir dizayn oldu ki, 11 yıl sonra Kılıçdaroğlu, kendi parti tüzüğündeki laiklik kavramını ağzına almaz noktaya geldi, programındaki sol lafızları dahi yok saydığını ilan etti. Böylece partisini dindarlık ve milliyetçilik formatında dizayn etmiş oldu. Gerçi genel başkan olarak daha ilk konuşmasında “laiklik ve Kürt” konularına yine hiç değinmemişti ve bu da çok dikkat çekmişti. Şimdi o da partisi içinde tek adam rolünün keyfini sürüyor; “Yetki artık senin. İster asarsın ister kesersin!” diyenlere adeta nispet yapıyor.

SALLAMAZSAN DÜŞÜREMEZSİN

Önceki yazımda SOL Parti’nin sloganı “Sollamazsan geçemezsin” üzerine yazmıştım. Kılıçdaroğlu’nun ise sollamaya filan niyeti olmadığı aşikâr. İktidara bir armutmuş gibi bakmakta belki bir sakınca yoktur. Ama başta Kılıçdaroğlu, meclisteki muhalefet armut pişsin ağzımıza düşsün demekle yetinmiyorlar mı? Düşmesi için sallamıyorlar “zaten sallanıyor işte” deyip seyrediyorlar.
Madem “Sollamazsan geçemezsin” uyarısına itibar etmiyorlar, bari şunu unutmasınlar:
Sallamazsan düşüremezsin.