Gara katliamı sonrası Türkiye gündemi üçlüsü: paylaşmak, lanetlemek ve sorgulamak.

-Acıları paylaşmak,

-Katliamı lanetlemek,

-Operasyonu sorgulamak.

-Paylaşmak: Ülke yasa boğuldu; acılar genel olarak paylaşıldı. Keşke ulusal yas da ilan edilseydi.

-Lanetlemek: Rehin tutulan kişilerin katledilmesi lanetlendi. Keşke ilk resmi açıklama, Devlet’in en üst mercileri tarafından yapılabilseydi ve rehineler için, “vatandaş” şeklinde genel bir niteleme ile yetinilmese idi. Hemen her konuda en alt birimin yapabileceği açıklamayı bile bir tür “tekeli” altında tutan Sn. CB, bu sorunu bir parti il kongresinin önüne geçirebilse idi. Ya da, HDP Genel Başkanı Sn. M. Sancar: “Bu bir katliamdır, uluslararası insancıl hukukun ağır ve vahim ihlalidir; açıkça kınıyoruz” sözlerini, bir adım daha ileri götürerek, “PKK artık silah bırakmalı” diyebilse idi.

-Sorgulamak: Sorgulama konusunda ana ayrışma, iktidar ve muhalefet arasında.

Operasyonun başarısız olduğunu CB Sn. Erdoğan kabul etti; CHP Genel Başkanı Sn. Kılıçdaroğlu ise, 5 soru eşliğinde CB’yi sorumlu kişi olarak ilan etti. Buna karşılık Erdoğan, Kılıçdaroğlu’na 500 bin tl.lik tazminat davası açtı.

Davanın anlamı ne ve sorumlu kim?

SORUMLULUK: Anayasa’ya göre;

Milli güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından, Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı, Cumhurbaşkanı sorumludur”(md.117).

Şu halde sorumluluk, Devleti temsil ve yürütme yetki tekeli ile donatılan (md.104) Cumhurbaşkanına ait.

Bu sorumluluk nasıl yerine getirilecek?

TBMM’yi bizzat bilgilendirmesi, ilk adım olabilir; ikinci adım ise, TBMM’de soruşturma önergesi (301 oy); üçüncü adım ise, soruşturma açılması (400 oy) ve dosyanın Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmesi.

Bu anayasal düzenleme, CB’yi “koruyucu zırh” olarak görülebilir. Şöyle ki; 2017 Anayasa değişikliği, yürütme için geçerli olan “görev+yetki+sorumluluk” ilkesini, siyasal açıdan ortadan kaldırdı. Md.104’ün öngördüğü ise, cezai nitelikte ve işletilmesi, olanaksız derecesinde zor. Ama konumuz bu değil.

Sorun şu: CB’nin TBMM önündeki sorumluluğu, madde 117’de öngörülen “ulusal güvenlik ve yurt savunması” ile sınırlı. Ne var ki, her Çarşamba, TBMM’de AKP Grup salonunda, CB yardımcısı ve bakanlar eşliğinde coşkulu konuşmalar yapan CB, bu denli önemli “ulusal güvenlik” sorunu üzerine Genel Kurul salonunda bilgi vermekten bile kaçındı ve oraya Bakanları gönderdi.

DEVLET-SARAY BÜTÜNLEŞMESİ

CB, muhalefetin eleştirilerine, “Bakanları gönderdim bilgi vermeleri için, başka ne istiyorsunuz?” sözleri ile karşılık verirken, Saray bürokratları, görevlileri eleştirmek Devleti eleştirmektir” savunması ile, kendilerini Devlet ile bütünleştirir konuma girdi.

Böylece, “Devlet benim” söylemi, “Devlet biziz” eşiğine taşınmış oluyor. Başka bir deyişle, üç yüz yıldır anayasa derslerinde yapılan “Devlet kamu tüzelkişisidir” tanımı, son üç yılda, “Devlet külliyedir” fiili durumuna dönüştü.

SORUMLULUK HATIRLATMASI BİLE…

Görev+yetki+sorumluluk ilkesine dönecek olursak; siyasete, yürütmeye ve askeriyeye ilişkin bir tür “yetki tekeli” ile donatılan kişi, kendisine bağlı birimlerin görevlerini bile bizzat kullanmayı yeğlerken, iş sorumluluğu üstlenmek olunca, durum tamamen farklılaşıyor.

Çok zor olan sorumluluk halkalarının işletilmesi için adım atılması bir yana, bütün yetkiler benim, görevleri ne zaman ve nasıl kullanacağımı ben belirlerim” diyen kişiye, “ya sorumluluk?” denince; “bana soru bile soramazsın; hesabı da ancak ben sorarım” yanıtı ile bağımlı yargı düzeneğini harekete geçirebiliyor.

Parti başkanlığı yoluyla devleti temsil ve yürütme yetki tekeli”, Şubat 2021’de bu tabloyu ortaya çıkardı. Tek kişi yönetiminin yıkıcı sonuçları karşısında parlamenter rejim öneren muhalefet partileri, demokratik anayasa hedefinde ortak adım atmak için daha ne kadar bekleyecek?