“Cumhuriyet” sözcüğünün anlamını kavramaksızın, üstünde tepinerek yıllar geçiren bir halk, içinden geçtiğimiz şu günlerde, hiç de yeri ve zamanı olmayan biçimde bir oylamaya gidiyor. Yıkık dökük demokrasisiyle kendine yön bulmaya çalışan ahali, elbette sıkça olduğu gibi neyi oylayacağını bilmiyor ve bilemeyecek de! Düzen bunun üstüne kurulu. Cehaletin saltanatı böyledir işte…

“Cumhuriyet” kişiyi kul olmaktan çıkarıp, birey olmaya taşırken; sultanı/kralı/diktatörü de, tanrı yanındaki yerinden, eski kullarının yanına, yani yurttaş saflarına indirdi ve eşitledi. Şimdi bu kolayca okuduğunuz cümlenin kurulmasının ardında binlerce insanın kanı ve göz yaşı var. Oylama yapılırken, hem Meclis’te ve muhtemelen referandumda, kimseler bunu anımsamayacak belki. Oysa karşı devrimciler sinsi biçimde, her tür kurnazlığı yaparak beklemekteler.

Yalan söylemek siyasetçinin kolayca başardığı bir iş olmalı. Öyle ki; kısa zamanda bir gün önce söylediğini unutup, tam tersini tutkuyla dile getirirken, bunun bir döneklik olmadığına kendini hemen inandırmalı. Milletvekillerinin işi zor: Pusulası her daim yanlış yönü gösteren önderlerin izinden giderken, hayli güç dönemeçleri ustaca dönmek zorundalar. Beceremezlerse yolun sonu uçurum.

“Fransız Devrimi” sorunlarını hararetli tartışmalar eşliğinde çözmeye çabalarken, sıkça giyotinin de işlediğini görürüz. Bugünün dünyasında bu kavgada giyotinin yerini mahpusluk, sürgün ve korku aldı. Bir yanda tanrı erkini kullanmak için din adamlarıyla sinsi ortaklık kuran siyasiler varken, öte tarafta bir insanlık dini yaratmaya çabalayan cumhuriyetçiler vardı. Lâkin asıl mesele ‘kul’ olmayı yazgı olmaktan çıkarıp, insanları birey/yurttaş yapabilmekti. Kuşkusuz bu derin ve zorlu bir yolculuktu.


Milletvekili dediğimiz kimse, bizim memlekette yetkiyi halktan almaz. Düzen öylesine kurgulanmıştır ki, vekiller parti liderlerine, iş adamlarına, çıkar çevrelerine kendilerini sorumlu hisseder, asla halka yönelik bu duyguyu taşımazlar. Sahici bir denetim yapısı yoktur. Güçler ayrılığı tamamen ortadan kalktığı için, bu korku iklimi iyice derinleşmiş ve artık önüne geçilemez bir hal almıştır. Meclis’te görev yapanların büyük kısmı, hayatında ilk kez kul mu, yurttaş mı olacağına bu oylama da gösterecek.
Bugün ülkede can güvenliği yoktur, doğru. Ancak burjuvazinin en önemli sorunu olan mal güvenliği de yoktur. Banka genel müdürleri siyasi iktidarın, doğrusu RTE’nin önünde hesap vermekte, hazır ol konumunda talimat beklemektedir. Bu şu açıdan önemli; ilk kez sermaye sahipleri bu denli korkmaktadır. Neden? Düne dek “ekonomi tıkırında” diye sessiz kaldıkları düzen, artık onları yutmaktadır. Çünkü aşırı güç, bütün tek adamların kendini dev aynasında görmesini sağlar. Yani tanrı tarafından gönderildikleri düşüncesidir bu. Artık hiçbir hukuki ilke, ahlaki değer, herhangi bir sorumluluk duygusu kalmaz.
Oylanacak olan nedir?

Ayrıntılarda boğulmadan yanıtı vermek gerekir. Artık karşıdevrim sürecinin tamamlanmasını oylamak üzere Meclis, ardından da belki halk sandığa gidecek! Yani, “İnsanlığın ortak birikimi geriye döner mi, dönmez mi?” sorusuna yanıt arıyoruz. Söyleyeyim: Soru yanlıştır, üstelik buna yanıt vermesi beklenen vekiller ve halk, bu yetkinlikte değildir. Geçici süre karşıdevrim başarılı gibi görünse bile, asla kalıcı bir sonuç elde edemez. Bir kişinin iki dudağı arasına milyonlarca insanın kaderi sığmaz.

Hiçbir tek adam (İster sandıkla gelsin, ister kılıçla) işbirlikçileri/ortakları olmadan bu aşamaya varamaz. Tüm krallar/padişahlar yanlarına din adamlarını almıştır örneğin. Askerler, sermaye sahipleri her zaman gönüllüdür bu ortaklığa katılmaya. Bir de elbette düzenin inşasını sağlayan üniversiteler bulunur. Bizde de böyle olmadı mı? Cemaatleri, tarikatları sivil toplum örgütü diye kakalayan liberalleri anımsayın…

Bugün söylediğinden de, sustuğundan da sorumludur herkes. Mesele umut, umutsuzluk gibi kavramlarla tartışılamaz. Yalın bir ölçü var. Bu haysiyet oylamasında yönünü bulacak herkes. Kimseyle işbirliği yapmak zorunda değiliz. Yurttaş mı, kul mu olacağına karar verecek insanlar. Ben “yetmez ama evet” diyerek demokrasi palavrasına sığınarak insanları esir aldığında yukarıda tarif ettiğim kimseler; “yetmez ama hayır” demiştim.

Eğer bir halkoylaması olursa “hayır” diyeceğim. Ama yetmez elbette. Gericilikle, emperyalizmle, zulümle, neo-liberal ne varsa hepsiyle kavga sürecek…

“Hayır”!