HDP milletvekili, yönetici ve üyeleri ile Cumhuriyet gazetesi ve yazarlarına yapılan saldırının bu kadarla kalmayacağında herkes hemfikir. İktidar, ister gücünden emin olduğu, isterse de sıkıştığı köşede korkuyla kıvrandığından olsun zulmünü yaygınlaştırmaya niyetli. Bu halin sadece başkanlığa giden yoldaki engelleri temizleme stratejisi olduğunu sanmak aymazlık. Hani isteği gerçekleşirse, muradına ererse rahatlar, yumuşar hayaliyle avunanlar varsa daha da kötü günlerin onları da beklediğini bilseler iyi olur.

Cumhuriyet gazetesi yazar ve çalışanlarına mahkemede sorulan sorulardan ikisi önemli. Atılan manşetlerin talimatını kimin verdiği sorusu anlaşılabilir. Yandaş medyadan 9 gazetenin aynı manşetle çıktığı akla getirilince sorgucunun gazetecilikten ne anladığı açığa çıkıyor. Kabul edilebilir bir soru.

Ama, “gazeteye CIA ajanı geliyor mu?” sorusu, sorgucular ve ağababalarının zihinsel donanımları hakkında daha net bir görüş oluşturmayı sağlayabilir. Bu soruyu hazırlayanlar hakkaten adı sanı belli bir CIA ajanının gazeteye gelip, bir yandan acı kahvesini içerken oradaki insanlara şunu şöyle yapın bunu böyle yapın diye talimat ya da akıl vereceğini akıl edebiliyorlar!

Bu ayrıntı saldırganla baş etme yolları geliştirmek için yapılması gerekenlere karar vermek için önemli.

Bilmeliyiz ki, saldırganlar eğitimsiz, dünya görüşleri kıt, vasıfsız, hayatı siyah beyaz karşıtlığı dışında değerlendiremeyen aynı zamanda da lümpenleşmiş bir kitle. Eğitimden kastım okuryazarlık değil. İçlerinde anlı şanlı profesörler var çünkü. NASA’nın geliştirdiği tüm teknolojiyi Kuran’dan öğrendiğine inanan neslin üyeleri.

İkinci önemli özellikleri ise hiçbir düzeyde vicdan duygusunu geliştirememiş olmaları. Vicdan eylemlerinin sorumluluğunu alma kapasitesidir. Oysa bu grup kendi eylemlerini sürekli karşı tarafın eylemleri yüzünden yaptığını düşünebiliyor, fıtratı öyle. Sen öyle yapmasaydın ben böyle yapmazdım, tek açıklamaları. Mini etek giymeseydin sarkıntılık yapmazdım, o sözü söylemesen sana vurmazdım, o yazıyı yazmasan gazeteni basmazdım, aynı düşünme kalıbın ürünleri.

Bu iki temel özellikleri, yalancılık ve kindarlıklarının da kaynağı. O kadar çok yalan söylüyorlar ki yalanlarının ortaya çıkması kaçınılmaz oluyor. Yalancılıklarıyla her yüzleşmeleri sadece öfkeye neden oluyor ve yalanını ortaya çıkarana ölümüne kinleniyorlar. Yanına bırakmıyorlar…

Bu yapısal özellikleri, ancak ellerinde güç olduğunda var olabilmelerine ve sürekli karşılarındakinden güçlü olduklarını kanıtlamaya çalışmalarına neden oluyor. İsteklerini ancak ve sadece kaba güçle gerçekleştirebileceklerinden, rakip gördüklerini zayıflatmaya ya da zayıf anında yakalamaya çalışıyorlar. Bu yüzden düşman bellediklerini sürekli fiziksel çatışmaya sürüklemeye çalışıyorlar. Şiddet, temel enerji kaynakları. Yerine bir şey koymayı umursamadan sadece yıkmayı hedefleyen bir şiddet.

İyi bilinen bir örnek mitinglerde ya da yürüyüşlerde yaşanır. Polis yürüyüş kortejinin önünü keser ve en öndekilere sataşmaya başlar. Sözel hakaretlere başlar. En öndekine ana avrat küfreder mesela. Önde bir kadın varsa, aşağılık cinsel aşağılamaları mırıldanmaya başlar. Yetmediğinde fiziksel itişmeyi hep önce polis başlatır. Kortejden sinirleri bozulan bir kişi bile polise söz söyler ya da örneğin itmeye çalışırsa, gerekçeyi yakalayan polis misliyle şiddete başlar. Böylece en barış yanlısı gösterinin, en barışsever göstericileri bile şiddete maruz kalmaktan kaçınamazlar. Üstelik aportta bekleyen yandaş medya saldırıyı göstericilerin başlattığını “kanıtlayan” görüntülerle, emniyet güçlerinin “teröristleri” ancak zor kullanarak engeleyebildiklerini yayınlamaya hazırdır.

Tek üstün olduğu yanı kaba güç olan bir saldırganla fiziksel çatışmaya girmek onun ekmeğine yağ sürmekten başka işe yaramaz.

Kararlı, tutarlı ve sabırlı bir şekilde hayır demek, emirlerine, talimatlarına uymamak, hiçbir şekilde boyun eğmemek ve ona karşı olana omuz vermek gerekiyor. Fiziksel, silahlı, hukuki gücünün yeteceğinden daha büyük bir kitle olmak tek baş etme yolu. 10 gazeteciyi tutuklayabilir ama 1000 gazeteciyi? 10 milletvekilini tutuklayabilir ama 150 milletvekilini? 100 bin kişiyi tutuklayabilir ama 1 milyon kişiyi?

Meclis’i 24 saat terk etmeyecek, yerlerde sürüklenme pahasına parlamento salonundan çıkmayacak vekillere ihtiyaç var. Bundan sonra ifadeye çağrılan hiçbir milletvekilinin gitmeyip, beni de aynı şekilde yaka paça, zorla götürün dediğini düşünün. İşaret fişeğini onlar çakacak ve ardından ne olursa olsun fiziksel çatışmaya girmeyi reddederek alanlara yönelecek yığınlara. Biz, insanlar, daha çoğuz!