Sanat ve sanatçı için zor günler yaşandığını belirten Semih Çelenk, içinde bulunduğumuz zamanı ‘yıkım ve yok oluş anı’ olarak tanımlıyor. Ancak tüm bunlara rağmen umutsuz değil: “Belki bu yıkım bize bu dayanışmayı öğretebilir. Alışkanlıklarımızı, çocukluk hastalıklarımızı terk etmek için iyi bir fırsat”

Yıkım dayanışmayı öğretebilir

Namık ALKAN

Yazar, şair, yönetmen Semih Çelenk’in yeni şiir kitabı Kaybolmuş Bir Çocuktum Bulundum, Arketip Yayınları’ndan çıktı. DEÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölüm Başkanı da olan Prof. Dr. Semih Çelenk ile korona günlerini, yeni kitabını ve tiyatronun geleceğini konuştuk.

Korona günlerinde bir şiir kitabı yayınlamak nereden aklınıza geldi? Kitabınız hakkında bilgi verebilir misiniz?

Kaybolmuş Bir Çocuktum Bulundum, Duygu Kankaytsın tarafından ilk üç kitabımdan (Reddi İthal, Nacar ile Serkisof ve Hurufat) seçilmiş şiirlerden oluşturulan ve Şubat ayı içinde çıkması planlanan bir kitaptı. Bu salgın sürecinde görüldüğü üzere her şey gibi kitabın çıkışına ilişkin de bir gecikme yaşandı. Dolayısıyla bu süreçte yazılan bir kitap değil. Kaybolmuş Bir Çocuktum Bulundum, Kankaytsın tarafından küratörlüğü yapılan benim şiirimin bir retrospektifi olarak alınabilir. İçinde yeni bir şiir yok ama yepyeni bir kitap gibi... Ben de kendimi bu kitap aracılığıyla bir aynada görmüş ve yansımanın tüm yanlarıyla kendime, sesime, nefesime yeniden bakma fırsatı bulmuş oldum. Bunun dışında baskıları tükenen şiir kitabım Rüzgâr Bilgisi ile oyun kitabım Gelin Tanış Olalım’ın Mayıs ayı içinde yeni baskıları da yapılacak.

  • İnsanoğlu küresel bir felaketin pençesinde kıvranıyor. Neredeyse evlere hapsedildik. Karantina günlerinde şiir iyi mi gelir? Bugünlerde edebiyat sanırım sığınacağımız en güvenli liman. Evde kalanlara önerileriniz nelerdir?

Bu süreçte gerek mesleki gerekse geçim kaynaklı çalışmak, dışarda bulunmak zorunda olan emekçiler, tüketim malzemelerini, gıda malzemelerini üretenler, hizmet sektöründekiler, sağlık emekçileri, kargo, nakliye çalışanları, inşaat işçileri, temizlik işçileri, tarım emekçileri, yani isteseler de evde kalamayanlar her zamankinden daha fazla ve tehlikeli şartlar altında çalışmak zorundalar. Evde kalanlar içinse okuma ile seyir iki önemli etkinlik. Salgın hastalık ve hemen arkasından bir önlem olarak uygulanan karantina, kapanma sürecinde anlık performansa yönelik, insanların bir araya gelmesine yönelik sanatların, tiyatronun, sinemanın, konserlerin yapılmasına imkân tanımıyor. Sinema ve televizyon alanında geçmişte yapılmış işlerden oluşan büyük bir stok bulunduğundan evde kapanan, güne ve geleceğe ilişkin kaygı taşıyan insanlar en başta bu alana başvurdular. Evde kalabilenler, çocuklar, öğrenciler, ücretli izinliler, emekliler, zorunlu olarak işine ara veren küçük esnaf ve zenaatkarlar için ekonomik olarak da, psikolojik olarak da zor bir süreç. Konforlu da olsa bir hapislik, zorunluluk. Yoğurt yapma, ekmek yapma, çiçek yetiştirme, evde, bahçede mikro ziraat çabaları başladı böylece. Bu sürecin daha ne kadar devam edeceği de bilinmiyor.

Şiir de, öykü anlatma/ dinleme ihtiyacı da insanın en kadim ihtiyaçlarından. Okumayı öneriyorum bu sebeple. Okumayı yeniden keşfedeceğimizi düşünüyorum çünkü. Şiir de tüm sanatlar da bize yaşadığımız anı, dünyayı bir çiçek dürbününden başka bir biçimde yeniden gösterir. Melih Cevdet ustamızın dediği gibi Dingin ol ruhum, belki uzaklarda/ Bir yerde nicedir ilk dizeleri/ Yaratılıyor acıklı destanımızın/ Çağlar sonra hayranlıkla okunmak için/ Belki benzer umursamazlığımız kahramanlığa”

yikim-dayanismayi-ogretebilir-729259-1.

  • GSF’deki görevinizin yanı sıra pek çok dalda da eserler veriyorsunuz. Şiir, tiyatro, çeviri ve derleme kitaplarınız var. Sıradaki çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

Salgın ve ardından karantina sürecine girilmesiyle biri yazıp yönettiğim, (Gelin Tanış Olalım) biri uyarlayıp yönettiğim (Marx İstanbulda) iki oyun da fiilen kalkmış oldu. Bir daha ne zaman oynarız bilinmez. Önümüzdeki sezonun en erken Ocak 2021’de açılabileceğini düşünüyorum. Bir süredir ise, bir süredir derken neredeyse on yıldır, 15. yüzyılda yaşanan Börklüce Direnişi üzerine çalışıyorum. Kitabımın neredeyse birkaç rafı bu konu üzerine toplanmış kitaplarla, çalışmalarla dolu. Bu tarihsel olayda “Şeyh Bedreddin”e haddinden fazla önem verildiğini, hâlbuki direnişin gerçek lideri “Börklüce” ya da benim deyişimle “Görklüce Mustafa”ya yeterince önem verilmediğini düşünüyorum. Bu malzemeyi bir “balad opera” formunda yazıyorum. Adı “Karareis Operası” Öncelikle şarkılarını yazıyorum. Bu şarkılar ayrı bir şiir kitabı olarak Atina’da Yunanca olarak yayınlanacak. Birkaç yıl içinde bitirebileceğimi sanıyorum.

  • Karantina günlerinde günleriniz nasıl geçiyor? Bir günün hikâyesini anlatabilir misiniz?

Herkes gibi ben de yeni olan bir duruma adapte olmaya çalışıyorum. Yazarak hayatını yaşayan ve yazmanın eylemliliğiyle olanı biteni anlamaya ve anlamlandırmaya çalışan biri olarak yazmaktan daha çok okuyorum yine bu dönemde de. Bununla birlikte seyir de arttı gün içerisinde. Daha fazla seyretmeye başladım. Salgın dolayısıyla tekinsizliğin ve bilinmezliğin sınırlarında, sınırlar ve sınırsızlıklar üzerinden okuduklarımı ve seyrettiklerimi yeniden düşünmeye başladım. Bunca sınırsızlık bahsi üzerine konuşurken nasıl da sınırlar konuldu yine hayatlarımızın orta yerine değil mi…

Evimin önündeki denize bakarken yine eskisi gibi ama şimdi doğanın kendiyle başbaşalığına imrenerek bakıyorum. Bu duygudan mıdır bilmem balkonda mikro ziraat etkinliklerine başladık. Bir taraftansa kuramsal dersler online sürüyor. Uygulama dersleri içinse yaz ayını bekliyoruz. Üç doktora tez öğrencim var. Onların yolladıkları malzemeyi değerlendirip onlara geri dönüyorum. İdarecilik var. Sahne Sanatları Bölüm başkanıyım. Evrakları elektronik imzalamak için eve okuldaki diğer bilgisayarımı taşıdım. Evde yapılacak işler, tamirat, yemek, bulaşık, çamaşır hiç bitmez malum.

  • Koronavirüs salgını ile birlikte dünya ekonomileri büyük kriz ile karşı karşıya kaldı. Türkiye’de de bütün sektörler bu krizi ağır şekilde yaşıyor. Genel olarak sanat ve özelde tiyatro bu krizden nasıl etkileniyor?

Evet, bizim işimiz insanların bir araya gelmesiyle mümkün olabilecek bir iş. Herkesin öncelikle hayatta kalması, sağlığını koruması mühim ama, bir yandan da geleceğimizi düşünüyoruz. Salgın başladığından beri, karantina uygulamaya başlanıldığından beri, biz tiyatro çalışanları yatıp kalkıp bu konuyu konuşuyoruz: Ne zaman oyun oynamaya başlayabiliriz? Seyirciyi salona maskeyle mi sokacağız? Seyirci ne zaman güvenle bir oyun, konser izlemeye gidebilir? Sosyal mesafe içinde mi prova yapacağız? Sosyal mesafeye uygun mizansenler mi bulacağız? Birer koltuk boş bırakarak mı oturacağız? 500 kişilik salonlara 200-250 kişiyi alınca bilet fiyatları iki katına mı çıkacak? Salon kiraları yarı yarıya düşecek mi?

Dünyaya baktığımızda devletler ya da kültür politikaları olan devletler diyeyim, öncelikle bağımsız sanatçılara, ama örgütlü sanatçılara, odalar, sendikalar, birlikler üzerinden kira yardımı olabilecek bir destek verdiler. Örneğin Almanya’daki müzisyen bir arkadaşıma 6 aylık 5 bin Euro ödemişler. Bunun yanında sanat kurumlar için, bu süreci kazasız belasız atlatmaları ve yok olup gitmemeleri adına hemen büyük fonları kullanıma açtılar. Çünkü özellikle Almanya’nın ikinci büyük savaştan sonra bu alanda övgüyle anılan bir sicili vardır. Yıkıntıları onarmaya başlarken evlerden, fabrikalardan, devlet dairelerinden önce kültür sanat yapılarını onarmışlar ve insanların bir araya gelmelerini, birbirlerine değmelerini, birbirlerini onarmalarını sağlamışlardır. 2000’li yıllarda Berlin’de eyalet operasını gezerken otobüsler dolusu anaokulu ile ilkokul öğrencisinin operaya, oyun izlemeye getirildiğini görmüştüm.

yikim-dayanismayi-ogretebilir-729258-1.

  • Peki, bizde bu alanda neler yapılabilir?

En uzun vadeli olandan başlarsak, ciddi sürekliliği olan bir kültür politikası olmazsa olmazdır. Ama iktidardaki siyasi anlayış için bu öncelikli bir alan değil. Ya da öncelikli olduğunda bile özgür değil, güdümlü bir sanattan bahsettiklerini biliyoruz. Kültür politikası derken bu alanda tutarlı, sürekli bir yol haritasını kastediyorum. Sanat alanındaki çok seslilik, bağımsızlık ülkenin bugününün ve geleceğinin garantisidir. Bugün Devlet Tiyatrosu’nda çok değerli işler yapan, bölgelerde canhıraş çalışan idealist sanatçıları tenzih ederek söylüyorum ama bugün ödenekli sanat kurumları siyasi tarihimizde olmadığı ölçüde bir “devlet dairesi” olarak işliyor. İdareci arkadaşlar bir ülkenin en büyük sanat kurumunu zaman zaman protokolün animasyon, folklör işlerine bakan birimi gibi kullanıyorlar. Öğrenciliğimizde, gençliğimizde hepimiz bu sahnelerdeki işleri izleyerek büyüdük. Ülkemizdeki sanat seyircisini büyük ölçüde bu kurumlar yetiştiriyor. Bu değerli kurumları, kumpanyaları işlevsiz hale getirmemeliyiz. Sadece alanımızda istihdam sağlayan yerler olarak görürsek buraları hata ederiz. Ortak akılla bu kurumları yeniden bağımsız sanat kurumları yapmalıyız. Kültür sanat alanında çalışan tüm kurumlar, ödenekli ya da ödeneksiz hepsi ülkenin kültürüne farklı pencereler açarak hizmet eden kurumlardır. Örneğin yaprak kımıldasa yıkılacak ödeneksiz tiyatroların hala yüksek oranda KDV ödemesi akıl alır gibi değil. Elektrik, Su, Doğalgazda kültür sanat kurumlarına indirim olamaz mı? Vergi oranları düşürülemez mi? Bunlar bilinçli tercih meselesidir. Demek ki yapılabilecekken yapılmıyor. İstekli, güçlü, kararlı talep etmezseniz hiç olmaz. Kamusallık yeni dünya düzeninin ve neo-liberalizmin düşman olduğu bir kavramdır. Oysa bugün salgın sürecinde görüyoruz ki en çok ihtiyacımız olan kamusallıktır, ortaklaşmadır, dayanışmadır.

  • Bir de örgütlülük meselesi var tabii...

İkinci en acil konumuz ise bu alanda örgütlü davranmak, talepleri ısrarla ve sürekli dile getirmektir. Şehir Tiyatroları’nı ilgilendiren bir konuda Özel Tiyatrolar ve Devlet Tiyatroları ses çıkartmazsa, Devlet Tiyatroları kıskaca alındığında Özel Tiyatrolar, Şehir Tiyatroları, Üniversiteler dayanışma göstermezse, Özel Tiyatrolar yok oluş aşamasına geldiğinde ödenekli kurumlar, üniversite maaşları işliyor diye ses etmezse bu dağınıklıktan en çok zarar görecek insanlar yine bizler olacağız. Her yerde hep beraber davranabilmek, asgari müştereklerde mesleki dayanışmayı gösterebilmek gerekir. Şu an bir yıkım, yok oluş anındayız. Belki bu yıkım bize bu dayanışmayı öğretebilir. Alışkanlıklarımızı, çocukluk hastalıklarımızı terk etmek için iyi bir fırsat.