Yıkım önceden tahmin edilmekteydi ve önlenebilirdi
Fotoğraf: DepoPhotos

Taner Yüzgeç - TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı

Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde aynı gün içinde gerçekleşen depremlerin, coğrafyamızın gördüğü en büyük deprem olaylarından olduğuna hiç kuşku yok. Ancak yaşadıklarımızın nedeni olarak depremin büyüklüğüne atıf yapılmasının, tam da yıllardır ifade edildiği üzere bilime ve mühendislik uygulamalarına kulaklarını tıkayan anlayışın sığınacağı bir bahane olduğunu söylemek gerekir. Bu bahane, yan yana bulunan binalardan biri yerle bir olmuşken diğerinin ayakta kalmasını açıklayamaz.


Yine coğrafyamızda gerçekleşen en büyük depremlerden olan 1999 depremlerinden sonra geçen 24 yılda depreme yeterince hazırlık yapılmış olsaydı ortaya böyle bir tablonun çıkmayacağını kesin bir biçimde ifade etmemiz mümkündür.

Hiç şüphesiz ortaya çıkan hasarın yaygınlığı ve büyüklüğü dehşet vericidir. Ne var ki bu yıkım daha önce yapılan öngörülerle uyuşmaktadır. TBMM Deprem Araştırma Komisyonu’nun 2021 yılında açıkladığı raporuna göre Türkiye’deki yapı stoku 10 milyon seviyesindedir. Bu yapı stokunun 2 milyonunun 2001 sonrası yapıldığı raporda ifade edilmektedir. Söz konusu raporda 6-7 milyon konutun riskli olduğu ve olası bir depremde hasar görebilir olduğu ifade edilmektedir. Demek oluyor ki 6 Şubat depremlerinde ortaya çıkan yıkımın boyutu 2 yıl önce TBMM Raporu’yla önceden yaklaşık olarak kestirilmiştir.

Kuşkusuz 2001 yılından önce yapılmış eski yapılarda hasar oranı yüksektir. Fakat kamuoyunda, yeni yapılarda görülen yıkımın boyutu şok etkisi yaratmıştır.

1999 depremlerinden ders alınmış olması gerektiği varsayımıyla yeni yönetmeliklere göre yapılan bu yapıların, belki hafif veya orta hasar ile depremi atlatması beklenmekteydi. Fakat ortaya çıkan tablo özellikle yapım ve denetim aşamalarında zafiyetler olduğuna işaret etmektedir. Bunları genel başlıklarıyla ifade etmek gerekirse; malzeme zafiyetleri, yapısal zafiyetler, zeminden kaynaklanan zafiyetler, yapı düzensizliğinden kaynaklanan zafiyetler ve ayrıca sonradan yapılan müdahaleler ile bakımsızlık.

‘Sonradan müdahaleler’ denilince akıllara çoğunlukla kolon kesme gelmektedir. Elbette bu affedilir bir konu değildir. Ancak sonradan müdahale kolon kesmeden ibaret değildir. Sonradan müdahalenin en tipik örnekleri imar affından geçen binalardır. Kamuoyunun sık sık gündemine getirilen imar afları çoğunlukla, ruhsatlı binaların daha sonra herhangi bir eklenti ya da müdahale yapılarak niteliğinin ve cinsinin değiştirilmesidir. Bu müdahalelerle yapı alanının büyümesi ve/veya niteliğinin değişmesiyle kullanıcılarının bunu yasal hale getirmesi ihtiyacından doğan baskının siyasilerin oy kaygılarıyla kesişmesi imar aflarıyla sonuçlanmıştır. İmar aflarının sonuçları da ortadadır.

Deprem hasarlarının çoğunlukla yapı üretim sürecindeki hatalardan kaynaklandığını biliyoruz. Yeni yapı diye tarif edilen yapılaşmalar güvenli yapılaşma ve kentleşme sağlamak amacıyla değil kâr/zarara odaklı bir çerçevede üretilince mühendislik ve mimarlık hizmetleri ikinci plana itilmiş, maliyet artırıcı unsur olarak görülmüştür. Gerek imalatta gerek denetlemede hukuki altyapı da buna uygun bir zemin oluşturduğu sürece güvenli yapıların üretildiğine emin olmamız pek mümkün görünmemektedir. 2001 sonrası yönetmeliklere göre yapılmış “yeni” yapıların hasar görmesinin en büyük sebebi kâğıt üzerinde kalan mühendislik hizmetleri ve denetimlerdir diyebiliriz.

Ticarileşen yapı denetimi

2019 yılına kadar müteahhitlerin kendi denetim şirketlerini belirlediği bir sistem yürürlükteydi ve 18 yıl boyunca müteahhitlerin kendi denetçilerini seçmesiyle yapı denetimi işleri yürüdü. Oysa toplumun can ve mal güvenliğiyle alakalı bir konu olarak yapı denetimi bir kamu hizmetidir ve kamu adına yapılmalıdır. Kurgu daha en başından yanlış yapılmıştır.

Müteahhitlere tanınan bu geniş alanda, onlar da elbette mühendisliğin gerektirdiği önlemlerin alınmasını hem zaman kaybı hem de maliyet artıcı unsur olarak değerlendirip bunu düşürmeye çalıştılar. Kendi tespit ettikleri denetim şirketlerine çok rahat baskı yapabildiler hatta denetim hizmetlerinin kâğıt üzerinde kalmasını sağlayabildiler.

2019 yılından sonra müteahhidin kendisinin denetçiyi belirleme sisteminden çıkılarak havuz sistemine geçilmesi beraberinde başka sorunları getirmiştir. Görevini yapan meslektaşlarımıza inşaat sahasında gerek müteahhit gerekse müteahhidin personeli tarafından taciz ve şiddet olaylarında artış gerçekleşmiştir.

Öte yandan müteahhit baskısı bir yana mevcut haliyle yapı denetim kuruluşları da önünde sonunda ticari kuruluşlardır ve kâr-zarar hesabıyla işlerini yürütmektedir. Orada çalışan mimar ve mühendislerin niteliklerinin, yeterliliklerinin sorgulanması ve uygun koşulların yaratılması gereklidir. Pek çok meslektaşımız buralarda asgari ücretin bile altına çalıştırılmaktadır.

Bunlara ek olarak odalarımızın mesleki yeterlilik, eğitim, belgelendirme ve denetleme gerekliliklerinin yapı denetim süreçlerinden dışlanması, yeni binaların yapı güvenliği konusunda da riskler doğurmaktadır.

Şu anda Türkiye’de inşaat mühendisleri arasında işsizlik oranı yüzde 30’dur. Bu oran genç meslektaşlarımız arasında yüzde 50 seviyesine çıkmaktadır. Hal böyle olunca bu ortamda şirketler maliyetleri düşürmek için mühendislik hizmetinin alması gereken karşılığını vermemektedir. Maliyet düşürmenin en kolay yolu yeni mezun genç inşaat mühendisleri ya da emekli olarak ek gelir sağlamaya çalışan inşaat mühendislerinin istihdamıdır ki bu da mühendislik hizmetlerinin niteliğinin zayıflamasına neden olmaktadır. İnşaat mühendisliği çok geniş bir mühendislik dalı olma niteliğinin yanı sıra, uygulaması ile de tecrübenin büyük öneme sahip olduğu bir meslek alanıdır.

Şantiye şefliğinin önemi

İmalat aşamasında her binanın mutlaka bir şantiye şefi tarafından incelendiğini belirtir imzası gereklidir. Bundan birkaç ay öncesine kadar mevzuat bir şantiye şefine, 30 bin m²ye kadar 5 şantiyeye bakabilme yetkisi vermekteydi. Şantiye şefliği, bir inşaatın başından sonuna kadar yerinde verilmesi gereken bir görevken mevzuat bunu göz ardı etmektedir. Bir kişinin aynı anda 5 şantiyeyi idare edebilmesi mümkün değildir.

Mevzuatın izni olunca doğal olarak müteahhit de bu imkânı kullanmaktadır. Yapı üretim sistemi bu anlamda baştan aşağı yeniden kurgulanmalı ve ilgili meslek odalarının mutlaka dahli sağlanmalıdır.

Yeni bir anlayışla işe başlanmalı

Depremin yıkıcı etkisini gösterdiği yerler zeminde ciddi sıkıntıları bulunan yerlerdir. Yukarıda saydığımız, yıllar içinde biriken sorunları da buna ilave etmek gerekir. Dolayısıyla aynı hatalara yeniden düşülmemelidir. Bu çerçevede;

Artık yetkin mühendislik hayata geçirilmelidir. İnşaat mühendisliğinin ilgi alanına giren konularda halkın güvenli yaşam hakkının korunması ve mühendisliğin gerekliliklerinin yerine getirilmesi amacıyla bilgili, deneyimli ve etik kurallara bağlı mühendisler eliyle yapılabilmesi için 1938 yılında çıkarılmış 3458 sayılı Mühendislik ve Mimarlık Kanunu değiştirilmeli ve meslek kuruluşlarının önü açılmalıdır.

Yapı denetim sistemi değiştirilmelidir. Mevcut Yapı Denetim Yasası’nın öngördüğü, ticari yanı ağır basan yapı denetim şirketi modeli yerine; uzmanlık ve etik değerlere sahip yapı denetçilerinin etkinliğine dayalı, meslek odalarının sürece etkin katılımını sağlayacak yeni model hayata geçirilmelidir. Proje denetimi ve yapı denetimi birbirinden ayrılmalıdır.

Müteahhitlik müessesi yapılandırılmalıdır. Devletin asli yetkilerinden olan denetim faaliyetleri müteahhitler için de organize edilmelidir. Sadece finans gücüne dayalı sistem yerine sorumluluk, etkin teknik kadro istihdamı zorunluluğu ve denetim esas alınmalıdır.

Riskli yapı stoku belirlenmelidir. Yapı envanteri çıkarılarak belirli bir risk sırası ile tüm binaların deprem güvenliğinin belirlenmesi zorunlu hale getirilmeli; deprem dayanımı yetersiz çıkan binaların öncelikle imar mevzuatına uygun olarak güçlendirilmesi sağlanmalı; güçlendirmenin yeterli gelmeyeceği durumlarda yenilenmelidir. Aynı zamanda yapı stokumuzun belirli periyotlar dahilinde düzenli olarak yerel yönetimler tarafından denetlenmelidir. Söz konusu denetimlerin yapılabilmesi için yerel yönetimlere gerekli bütçe ve teknik kadro istihdamı sağlanmalıdır.

Kentsel Dönüşümde Kamu Yararı Gözetilmelidir. Rant odaklı kentsel dönüşüm anlayışı terk edilmelidir. Kentsel dönüşüm konusu sadece mekân düzeyinde ele alınamaz. Dönüşüm sosyal, ekonomik ve mekânsal gelişmenin bir bütünü olarak ele alınmalıdır. Aynı zamanda kentsel yenileme ve dönüşüm konusu geleceğe yönelik toplumsal bir öngörünün oluşturulması ve yönetilmesi süreci olarak değerlendirilmelidir.

Mühendislik-mimarlık öğretimi düzeltilmelidir. Bugün inşaat mühendisliği eğitimi veren bölümlerin yüzde 62’si öğretim üyesi, laboratuvar, fiziksel mekân, bilgisayar, yazılım gibi konularda yeterli imkânlara sahip değildir. Profesör veya Doçent düzeyinde öğretim üyesi bulunmayan bölümler mevcuttur. İnşaat mühendisliği öğretimi verilen programlar azaltılmalı, kontenjanlar düşürülmeli ve taban puanlar yükseltilmelidir. Eğitimin niteliği günümüz dünyasının gereklilikleri doğrultusunda yükseltilmelidir.

İmar afları ölüme davetiyedir. Mevcut yapı stokumuzun belirsizliği bilinen bir gerçektir. Olası bir depremden nasıl etkileneceği bilinmeyen çok sayıda bina mevcutken üstüne bir de siyasal iktidarlarca çıkarılan imar afları can ve mal kayıpları tehdidini büyütmektedir. Devletin bir binaya iskân ruhsatı vermesi vatandaşına o yapıda güvenle oturabileceği yönünde güvence sunması anlamına gelir. Oysa mühendislik hizmeti almamış bu yapıların, doğa olayları karşısında hasara uğramaları halinde sorumluluk bu kararı alan devletin, siyasi iktidarın üzerindedir. Her seçim öncesi siyasi ikbal uğruna gündeme getirilen imar affı uygulamalarına son verilmeli, imar affından yararlanan yapılar denetlenmelidir.

İmar mevzuatı değiştirilmelidir. İster yeni alanlar üzerinde yapılan çalışmalar, ister mevcut planlar üzerindeki tadilatlar olsun her türlü imar çalışması şeffaf, katılımcı ve tekniğine uygun olmak zorundadır. İmar öncesi yapılması geren tüm çalışmalar (mikro bölgeleme, afet risk haritaları vb.) yapılmadan imar planları hazırlanmamalıdır. Öncelikli olarak tarımsal alanların yapılaşmaya açılmasından vazgeçilmeli; sorunlu, zayıf zeminlerde yüksek katlı yapı izni verilmemelidir. İstisnai durumlarda kural ve kriterler titizlikle belirlenmeli ve denetlenmelidir. Özellikle konut binalarında giriş katlarda yumuşak kat etkisi yaratan işyeri oluşturma uygulamasına müsaade edilmemeli; yapısal düzensizlikler ortaya çıkaran ‘çıkma’lar yasaklanmalıdır. Bitişik nizamdan kaçınılmalı; bitişik nizamlardaki kat yükseklik farklarına dikkat edilmelidir.

Mühendislerin, mimarların ekonomik ve özlük hakları korunmalıdır. Mühendis ve mimarların ücretlerinin ve özlük haklarının geriye çekilmesi mesleğin sağlıklı ve doğru bir şekilde yerine getirilmesinde önemli sorunlara yol açmaktadır. Bugün gerek özel sektörde gerekse kamu kurumlarında çalışan meslektaşlarımızın aldıkları ücretler, mühendislik-mimarlık hizmetlerinin karşılığı değildir. Hangi alanda çalışıyor olursa olsun, meslek mensuplarının ilgili meslek kuruluşunun belirlediği asgari ücretin altında bir ücretle çalıştırılması veya hizmet vermesi engellenmelidir.